النجم

تفسير سورة النجم

الترجمة التركية - شعبان بريتش

Türkçe

الترجمة التركية - شعبان بريتش

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها شعبان بريتش. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأصلية لغرض إبداء الرأي والتقييم والتطوير المستمر.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ﴾

Yıldıza andolsun batarken.

﴿مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ﴾

Arkadaşınız (doğru yoldan) çıkmadı, sapıtmadı.

﴿وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَىٰ﴾

Kendi hevasından konuşmuyor.

﴿إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ﴾

O ancak kendisine vahyedilen bir vahiydir.

﴿عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىٰ﴾

Bunu ona çok güçlü biri öğretti.

﴿ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَىٰ﴾

Güç ve güzel görünüşlü. (En yüksek ufukta) yükseliverdi.

﴿وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَىٰ﴾

O, en yüksek ufukta idi.

﴿ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ﴾

Sonra yaklaşıp indi.

﴿فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ﴾

Araları iki yay kadar veya daha yakın idi.

﴿فَأَوْحَىٰ إِلَىٰ عَبْدِهِ مَا أَوْحَىٰ﴾

İşte (Allah) kuluna vahyettiğini vahyetti.

﴿مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَىٰ﴾

(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.

﴿أَفَتُمَارُونَهُ عَلَىٰ مَا يَرَىٰ﴾

Onunla gördüğü şey hususunda tartışıyor musunuz?

﴿وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ﴾

Hakikaten onu (Cebrail'i) diğer bir inişte de gördü.

﴿عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىٰ﴾

Sidre-i Münteha’nın yanında.

﴿عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَىٰ﴾

Cennetü'l-Me'va da onun yanındadır.

﴿إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ﴾

Sidre’yi bürüyen (büyük bir şey) bürüyordu.

﴿مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ﴾

Göz, ne şaştı, ne aştı.

﴿لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَىٰ﴾

Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.

﴿أَفَرَأَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزَّىٰ﴾

Gördünüz mü Uzza’yı ve Lat’ı?

﴿وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَىٰ﴾

Diğer bir üçüncüsü Menat’ı?

﴿أَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْأُنْثَىٰ﴾

Erkekler sizin, dişiler O’nun mu?

﴿تِلْكَ إِذًا قِسْمَةٌ ضِيزَىٰ﴾

Öyleyse bu haksız bir taksim.

﴿إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاءٌ سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ ۚ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنْفُسُ ۖ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدَىٰ﴾

Onlar, sizin ve atalarınızın adlandırılmasından başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında bir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Oysa, onlara Rablerinden hidayet gelmiştir.

﴿أَمْ لِلْإِنْسَانِ مَا تَمَنَّىٰ﴾

Yoksa insana her arzu edip istediği şey mi var?

﴿فَلِلَّهِ الْآخِرَةُ وَالْأُولَىٰ﴾

Ahiret de dünya da Allah’ındır.

﴿۞ وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ﴾

Göklerde nice melekler var ki, Allah dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe, onların şefaatı hiçbir fayda vermez

﴿إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلَائِكَةَ تَسْمِيَةَ الْأُنْثَىٰ﴾

Doğrusu ahirete iman etmeyenler melekleri dişi olarak isimlendiriyorlar.

﴿وَمَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ ۖ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا﴾

Oysa, bu konuda bir bilgileri yoktur. Sadece zanna tâbi oluyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

﴿فَأَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلَّىٰ عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا﴾

Bu sebeple sen, zikrimizden/Kur'an'dan yüz çevirenden ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenden uzak dur.

﴿ذَٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ ۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدَىٰ﴾

İşte onların erişebilecekleri ilim budur. Şüphesiz Rabbin, kimin yolundan saptığını en iyi bilendir. Kimin hidayet üzere olduğunu da en iyi bilen O’dur.

﴿وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاءُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى﴾

Göklerde olan da yerde olan da Allah’ındır. Kötülük işleyenleri yaptıkları sebebiyle cezalandıracak, iyilik edenleri de en iyisi ile ödüllendirecektir.

﴿الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ ۚ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنْتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ ۖ فَلَا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ ۖ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ﴾

Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin mağfireti çok geniş olandır. Sizi topraktan meydana getirdiği zaman da ve siz, annelerinizin karnında cenin halinde iken de sizi en iyi O bilir. Öyleyse kendi kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takvalı olduğunu en iyi O bilir.

﴿أَفَرَأَيْتَ الَّذِي تَوَلَّىٰ﴾

Yüz çeviren kimseyi gördün mü?

﴿وَأَعْطَىٰ قَلِيلًا وَأَكْدَىٰ﴾

Azıcık verip sonra vermemekte direneni?

﴿أَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرَىٰ﴾

Gaybın ilmi onun yanında da, o mu görüyor?

﴿أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَىٰ﴾

Yoksa kendisine haber verilmedi mi? Musa'nın sahifelerinde bulunan…

﴿وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّىٰ﴾

Ve ahdine vefa gösteren İbrahim'in (sahifelerinde bulunan şu hükümler):

﴿أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ﴾

Hiç bir günahkâr başkasının günahını yüklenemez.

﴿وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ﴾

İnsan için çalıştığından başkası yoktur.

﴿وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَىٰ﴾

Çalışması da mutlaka gösterilecektir.

﴿ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَىٰ﴾

Sonra da karşılığı eksiksiz tam olarak ödenecektir.

﴿وَأَنَّ إِلَىٰ رَبِّكَ الْمُنْتَهَىٰ﴾

Kuşkusuz en son varış Rabbinedir.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَىٰ﴾

Güldüren de O’dur, ağlatan da!

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا﴾

Öldüren O’dur, dirilten de!

﴿وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَىٰ﴾

Erkek ve dişi olarak iki cinsi yaratan O’dur.

﴿مِنْ نُطْفَةٍ إِذَا تُمْنَىٰ﴾

Atıldığı zaman bir nutfeden.

﴿وَأَنَّ عَلَيْهِ النَّشْأَةَ الْأُخْرَىٰ﴾

Tekrar diriltmek de O’na aittir.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَغْنَىٰ وَأَقْنَىٰ﴾

Zengin kılan da O’dur, varlıklı eden de.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَىٰ﴾

Şi’ra (yıldızı)nın Rabbi de O’dur.

﴿وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَىٰ﴾

O helak etti evvelki Âd’ı...

﴿وَثَمُودَ فَمَا أَبْقَىٰ﴾

Semud'u da (O helak etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı.

﴿وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَىٰ﴾

Daha önce de Nuh’un kavmini... Onlar daha zalim, daha azgın idiler.

﴿وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَىٰ﴾

(Lut kavminin) altı üstüne getirilen şehirlerini de.

﴿فَغَشَّاهَا مَا غَشَّىٰ﴾

Onlara bürüyen (şiddetli bir azap) bürüdü.

﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكَ تَتَمَارَىٰ﴾

O halde, Rabbinin hangi nimetinden şüphe ediyorsun?

﴿هَٰذَا نَذِيرٌ مِنَ النُّذُرِ الْأُولَىٰ﴾

İşte bu, önceki uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.

﴿أَزِفَتِ الْآزِفَةُ﴾

Yaklaşan yaklaşıyor.

﴿لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ﴾

Onu Allah’tan başkası açığa çıkaracak değildir.

﴿أَفَمِنْ هَٰذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ﴾

Bu söze mi şaşıyorsunuz?

﴿وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ﴾

Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz!

﴿وَأَنْتُمْ سَامِدُونَ﴾

Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız.

﴿فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا ۩﴾

Artık, (sadece) Allah’a secde edin. O’na ibadet edin.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: