النجم

تفسير سورة النجم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

Türkçe

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ﴾

Allah -Subhanehu ve Teâlâ- yıldızın batışına yemin etmiştir.

﴿مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ﴾

Allah'ın Rasûlü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- doğru yoldan çıkmadı, sapıtmadı.O ancak hak yolu izleyen bir kimsedir.

﴿وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَىٰ﴾

Bu Kur'an (ayetleri) ile konuşması, hevasına uyduğu için değildir.

﴿إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ﴾

Bu Kur'an, Yüce Allah'ın Cebrail -aleyhisselam- aracılığı ile ona vahyettiği vahiyden başka bir şey değildir.

﴿عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىٰ﴾

Kendisine onu çok güçlü bir melek olan Cebrail -aleyhisselam- öğretti.

﴿ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَىٰ﴾

Cebrail -aleyhisselam- güzel görünüşlüdür. Cebrail -aleyhisselam- Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in karşısında Allah'ın yarattığı hal üzere açık bir şekilde görünüp (en yüksek ufukta) yükseliverdi.

﴿وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَىٰ﴾

Cebrail gökyüzündeki en yüksek ufukta idi.

﴿ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ﴾

Sonra Cebrail -aleyhisselam- Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-e yaklaştı. Derken daha da yakınlaştı.

﴿فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ﴾

(Cebrail'in) yakınlığı iki yay boyu kadardı veya daha yakındı.

﴿فَأَوْحَىٰ إِلَىٰ عَبْدِهِ مَا أَوْحَىٰ﴾

Cebrail, Allah'ın kulu Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e vahyedilmesi gerekeni vahyetti.

﴿مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَىٰ﴾

Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in kalbi gözleri ile gördüğünü yalanlamadı.

﴿أَفَتُمَارُونَهُ عَلَىٰ مَا يَرَىٰ﴾

-Ey müşrikler!- Şimdi, İsra gecesi Yüce Allah'ın ona gösterdiği şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?

﴿وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ﴾

Kendisinin götürüldüğü İsra gecesi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Cebrail'i aslî suretinde bir kere daha görmüştü.

﴿عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىٰ﴾

Sidre-i Müntehâ’nın yanında yedinci semada bulunan çok büyük bir ağaçtır.

﴿عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَىٰ﴾

Cennetü'l-Me'va da bu ağacın yanındadır.

﴿إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ﴾

Yüce Allah'ın emri ile Sidre'yi büyük bir şey kapladı. İşin aslını Yüce Allah'tan başkası bilmez.

﴿مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ﴾

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gözü sağa sola kaymadı. Kendisine belirlenen sınırı aşmadı.

﴿لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَىٰ﴾

Andolsun, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Mirac'a çıkarıldığı gece Rabbinin kudretine delalet eden büyük ayetlerden/mucizelerden bazısını gördü. Cennet'i, Cehennem'i ve bunun dışındaki şeyleri de gördü.

﴿أَفَرَأَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزَّىٰ﴾

-Ey müşrikler!- Allah'tan başka ibadet ettiğiniz bu putları; Lat ve Uzza'yı gördünüz mü?

﴿وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَىٰ﴾

Putlarınızdan diğer üçüncüsü Menat'ı (gördünüz mü?).Bana haber verin. Onlar size bir fayda ya da zarar vermeye malik midirler?

﴿أَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْأُنْثَىٰ﴾

-Ey müşrikler!- O sevdiğiniz erkek çocuklar sizin; o sizin kötü gördüğünüz kız çocuklar Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın öyle mi?

﴿تِلْكَ إِذًا قِسْمَةٌ ضِيزَىٰ﴾

Hevanıza uyarak taksim ettiğiniz bu paylaştırma, ne adaletsiz bir taksimdir.

﴿إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاءٌ سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ ۚ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنْفُسُ ۖ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدَىٰ﴾

Bu putlar manası boş isimlerden başka bir şey değildir. İlahlık sıfatlarından hiçbir payları yoktur. Onları, siz ve atalarınız kendi nefislerinizden uydurarak isimlendirdiniz. Yüce Allah, bu hususta hiçbir delil indirmemiştir. İtikatları sadece zan ve nefislerinin arzusuna uygun olarak Şeytan'ın kalplerini süslediği müşriklere uymayın. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in lisanı ile Rableri tarafından kendilerine hidayet gelmiştir. Ancak onlar bununla hidayet bulmamışlardır.

﴿أَمْ لِلْإِنْسَانِ مَا تَمَنَّىٰ﴾

Yoksa insan için Allah'ın katında temenni ettiği putların şefaati mi vardır?

﴿فَلِلَّهِ الْآخِرَةُ وَالْأُولَىٰ﴾

Hayır! İnsan için temenni ettiği her şey onun olmaz. Dünya ve ahiret yalnızca Allah'ındır. Dilediğine o ikisinden verir ve dilediğine vermez.

﴿۞ وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ﴾

Göklerde nice melekler vardır ki, bir kimseye şefaat etmek istediklerinde şefaatleri ona bir fayda sağlamaz. Ancak Allah'ın onlardan dilediğine şefaat edilmesi için izin verdikleri ve kendisine şefaat edilmesinden razı olduğu kimse bundan müstesnadır. Yüce Allah, şirk koşan kimseye şefaat edilmesi için izin vermez ve Allah Teâlâ'nın dışında başka ilahlara ibadet eden kimseden asla razı olmaz.

﴿إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلَائِكَةَ تَسْمِيَةَ الْأُنْثَىٰ﴾

Ahirette yeniden dirilişe iman etmeyenler, Allah'ın kızları olduğuna inandıkları için melekleri dişi isimleriyle isimlendiriyorlardı. Yüce Allah onların bu sözünden yüce ve büyüktür.

﴿وَمَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ ۖ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا﴾

Onların melekleri dişi olarak isimlendirmelerinde dayandıkları hiç bir delil yoktur. Bu hususta ancak yalan ve zanna tabi olmaktadırlar. Hiç şüphe yok ki zan ise hakkın yerine geçip bir şey ifade etmez.

﴿فَأَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلَّىٰ عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا﴾

-Ey Rasûl!- Allah'ı zikretmekten yüz çeviren ve ona aldırış etmeyen, dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir. O kimse ahireti için amel etmez. Çünkü ona iman etmez.

﴿ذَٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ ۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدَىٰ﴾

Müşriklerin söyledikleri bu söz -melekleri dişi olarak isimlendirmek- onların ulaşabilecekleri ilmin son sınırıdır. Çünkü onlar cahillerdir, gerçek ilme ulaşamamışlardır. -Ey Rasûl!- Senin Rabbin hak yolundan sapanları en iyi bilendir ve kimin de kendi yolunda hidayet üzere olduğunu en iyi bilendir. Bu hususta hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

﴿وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاءُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى﴾

Göklerdeki ve yerdeki her şey mülk, yaratma ve idare etme bakımından yalnızca Yüce Allah'a aittir. Dünyada kötü amel işleyenleri hakettikleri azap ile cezalandıracak ve iyi amel işleyen Mü'minleri de Cennet ile mükâfatlandıracaktır.

﴿الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ ۚ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنْتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ ۖ فَلَا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ ۖ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ﴾

Onlar; küçük günâhlar dışında, büyük günâhlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Bu küçük günâhlar büyükleri terk edip, itaatleri artırmak suretiyle bağışlanır. -Ey Rasûl!- Şüphesiz ki Rabbin, mağfireti bol olan, tövbe eden kullarının günahlarını bağışlayandır. O -Subhanehu ve Teâlâ- babanız Adem'i topraktan yarattığında ve annelerinizin karnında yaratılış evrelerinde iken ahvalinizi ve işlerinizi en iyi bilendir. Bundan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Kendi nefislerinizi takva ile methederek övmeyiniz. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınarak kendisine karşı takvalı olanları hakkıyla bilir.

﴿أَفَرَأَيْتَ الَّذِي تَوَلَّىٰ﴾

İslam'a yakınlaştıktan sonra ondan yüz çeviren kimsenin halinin ne kadar çirkin olduğunu gördün mü?

﴿وَأَعْطَىٰ قَلِيلًا وَأَكْدَىٰ﴾

Malından azıcık verip sonra men eder. Çünkü cimrilik onun tabiatıdır. Bununla beraber kendi nefsini temize çıkarır.

﴿أَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرَىٰ﴾

Gaybın ilmi onun yanında da, o görüyor ve gaybtan haber mi veriyor?

﴿أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَىٰ﴾

Yoksa o Allah'a iftira mı atıyor? Yoksa Allah adına yalan uyduran bu kimseye Yüce Allah'ın Musa'ya indirdiği ilk sahifelerde olanlar haber verilmedi mi?

﴿وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّىٰ﴾

Rabbinin kendisini sorumlu tuttuğu görevi tamamlayan İbrahim'in sahifelerinde olanlar (haber verilmedi mi?)

﴿أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ﴾

Şüphesiz hiçbir insan başkasının günahını yüklenemez.

﴿وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ﴾

İnsan için ancak işlemiş olduğu amelin karşılığı vardır.

﴿وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَىٰ﴾

Şüphesiz kıyamet günü ameli ayan beyan görülecektir.

﴿ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَىٰ﴾

Sonra işlemiş olduğu amelinin karşılığı tastamam eksiksiz olarak kendisine verilecektir.

﴿وَأَنَّ إِلَىٰ رَبِّكَ الْمُنْتَهَىٰ﴾

-Ey Rasul!- Öldükten sonra kulların varacağı yer ve dönüşleri ancak Rabbinedir.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَىٰ﴾

Şüphesiz O dilediğini mutlu edip güldüren ve dilediğini hüzünlendirip ağlatandır.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا﴾

Dünyada canlıları öldüren ve yeniden dirilterek ölülere hayat veren O'dur.

﴿وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَىٰ﴾

Erkek ve dişi olarak iki sınıfı yaratan O’dur.

﴿مِنْ نُطْفَةٍ إِذَا تُمْنَىٰ﴾

Bir nutfeden rahime konulduğu zaman.

﴿وَأَنَّ عَلَيْهِ النَّشْأَةَ الْأُخْرَىٰ﴾

Öldükten sonra yeniden diriliş için o ikisinin tekrardan yaratılması O'na aittir.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ أَغْنَىٰ وَأَقْنَىٰ﴾

Mal mülk vererek kullarından dilediğini zengin kılan ve insanların kazanç olarak elde ettikleri maldan onlara verendir.

﴿وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَىٰ﴾

Bazı müşriklerin Yüce Allah ile beraber ibadet ettikleri Şi'râ yıldızının da Rabbi O'dur.

﴿وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَىٰ﴾

Hûd'un kavmi olan önceki Âd'ı helâk eden O'dur. Onlar küfürlerinde ısrar ettikleri için helâk edilmişlerdir.

﴿وَثَمُودَ فَمَا أَبْقَىٰ﴾

Salih'in kavmi Semûd'u da helâk eden O'dur. Onlardan hiçbirini bırakmadı.

﴿وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَىٰ﴾

Âd ve Semûd kavimlerinden önce Nuh'un kavmini helâk etmişti. Nuh'un kavmi, Âd ve Semûd kavimlerinden daha zalim ve azgın kimselerdi. Çünkü Nuh -aleyhisselam- dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı ve onları Allah'ı birlemeye davet etti. Ancak ona icabet etmediler.

﴿وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَىٰ﴾

Lut kavminin şehirlerini gökyüzüne kaldırdı, sonra ters çevirdi, sonra da yeryüzüne geçirdi.

﴿فَغَشَّاهَا مَا غَشَّىٰ﴾

Gökyüzüne kaldırıp yere geçirdikten sonra onlara taşlar isabet edip (azap) bürüdü.

﴿فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكَ تَتَمَارَىٰ﴾

-Ey insan!- Şimdi Rabbinin kudretine delalet eden hangi nimetine karşı koyarak ondan öğüt almıyorsun?

﴿هَٰذَا نَذِيرٌ مِنَ النُّذُرِ الْأُولَىٰ﴾

Size gönderilen bu rasûl daha önceden gönderilen rasûllerdendir.

﴿أَزِفَتِ الْآزِفَةُ﴾

Yakın olan o kıyamet yaklaştı.

﴿لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ﴾

Yüce Allah'tan başka onu defedecek ve onu bilecek kimse yoktur.

﴿أَفَمِنْ هَٰذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ﴾

Şimdi siz, kendinize okunan bu Kur'an'ın Allah katından olduğuna mı şaşırıyorsunuz?

﴿وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ﴾

Onunla alay edip gülüyor ve içindeki öğütleri duyunca ağlamıyorsunuz?

﴿وَأَنْتُمْ سَامِدُونَ﴾

Ve sizler onu önemsemiyor, ihtimam da göstermiyorsunuz!

﴿فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا ۩﴾

O halde yalnızca Yüce Allah'a secde edin ve ibadeti O'na has kılın.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: