القمر

تفسير سورة القمر

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

Türkçe

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ﴾

O saat/Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.

﴿وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ﴾

Onlar, bir mucize görseler yüz çevirirler ve; “Süregelen bir sihirdir.” derler.

﴿وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ﴾

Yalanladılar ve kendi hevalarına uydular; hâlbuki her işin ulaşacağı bir yer vardır.

﴿وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ﴾

Muhakkak (onları bu hallerinden) korkutup vazgeçirecek nice haberler gelmiştir.

﴿حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ﴾

(Kur'an) büyük bir hikmettir. Fakat uyarılar bir yarar sağlamadı.

﴿فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُكُرٍ﴾

Onlardan yüz çevir. O gün çağırıcı, onları korkunç olan bir şeye çağırır.

﴿خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ﴾

Gözleri düşkün (zillet içinde), sanki yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.

﴿مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ﴾

Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler; “Bu zor bir gün!” derler.

﴿۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ﴾

Onlardan önce Nuh kavmi de yalanladı. Kulumuzu yalanladılar da mecnun (cinlenmiş) dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

﴿فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ﴾

O da Rabbine; “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et!” diye dua etti.

﴿فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ﴾

Bunun üzerine biz de göğün kapılarını şiddetle boşanan sulara açtık.

﴿وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ﴾

Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

﴿وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ﴾

Onu levhaları ve çivileri olan (gemi) üzerinde taşıdık.

﴿تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ﴾

İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

﴿وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

(Bakın) benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun ki, Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı?

﴿كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

Ad (kavmi) de yalanladı. İşte (bakın) benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ﴾

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

﴿تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ﴾

İnsanları koparıp atıyordu. Sanki onlar kökünden kopmuş hurma kütükleri idiler.

﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

(Bakın) benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun ki, Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı?

﴿كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ﴾

Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı.

﴿فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴾

"İçimizden bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz kesin bir sapıklık ve delilik içinde (kalmış) oluruz.

﴿أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ﴾

"Aramızdan vahiy ona mı gönderildi? Hayır, o kendini beğenmiş yalancının biridir."

﴿سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ﴾

Yarın kimin kendini beğenmiş yalancı olduğunu bilecekler.

﴿إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ﴾

Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

﴿وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ﴾

Onlara suyun aralarında taksim edildiğini de haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.

﴿فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ﴾

Arkadaşlarını çağırdılar, o da (kılıcı) alıp, deveyi kesti.

﴿فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

(Bakın) benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ﴾

Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de onlar, ağıldaki (hayvanların çiğneyip ufaladıkları) kuru çöpler gibi oldular.

﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun ki, Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı?

﴿كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ﴾

Lût’un kavmi de uyarıldıkları şeyi yalanladılar.

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ﴾

Biz de üzerlerine taş yağdıran fırtına gönderdik. Ancak Lût’un ailesini seher vakti kurtarmıştık.

﴿نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ﴾

Katımızdan bir nimet olarak şükredenleri işte böyle ödüllendiririz.

﴿وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ﴾

Lut, and olsun ki, onları Bizim yakalamamızla uyarmıştı, ama onlar uyarmaları şüphe ile karşıladılar.

﴿وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

Onlar Lût'un misafirlerini elde etmeye kalkıştılar. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik; "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

﴿وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ﴾

Andolsun ki, bir sabah erkenden kalıcı bir azap üzerlerine çöküverdi.

﴿فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ﴾

"Tadın azabımı ve tehdidimi!"

﴿وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun ki, Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı?

﴿وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ﴾

Şüphesiz Firavun’un kavmine de uyarıcılar gelmişti.

﴿كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ﴾

Bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü olanın yakalamasıyla yakalayıverdik.

﴿أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ﴾

Sizin kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdırlar yoksa kitaplarda sizin için bir berat mı var?

﴿أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ﴾

Yoksa onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?

﴿سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ﴾

Yakında o topluluk yenilecek ve arkalarını dönerek kaçacaklardır.

﴿بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ﴾

Asıl onlara vaat olunan vakit kıyamettir ve o kıyamet daha büyük bela ve daha acıdır.

﴿إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴾

Şüphesiz günahkârlar sapıklık ve azap içindedirler.

﴿يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ﴾

O gün yüzleri üstüne ateşe sürüklenecekler. "Cehennemin dokunuşunu tadın."

﴿إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ﴾

Biz her şeyi bir kaderle yarattık.

﴿وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ﴾

Bizim buyruğumuz sadece bir tektir. Bir göz kırpmak gibidir.

﴿وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴾

Andolsun biz benzerlerinizi helak ettik. O halde var mı bir düşünen?

﴿وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ﴾

Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterinde) mevcuttur.

﴿وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ﴾

Ve küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.

﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ﴾

Takva sahibi olanlar, Cennetler'de ve pınarlardadır.

﴿فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ﴾

Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: