الحاقة

تفسير سورة الحاقة

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

Türkçe

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ الْحَاقَّةُ﴾

Gerçekleşecek olan kıyamet!

﴿مَا الْحَاقَّةُ﴾

Nedir o gerçekleşecek olan kıyamet?

﴿وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ﴾

Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

﴿كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ﴾

Semûd ve Âd kavimleri, yüreklerini hoplatacak olan büyük felaketi (kıyameti) yalanladılar.

﴿فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ﴾

Ama Semud, şiddetli bir çığlık/ses ile helâk edilmişti.

﴿وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُوا بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ﴾

Âd kavmine gelince, onlar da uğultulu ve dondurucu olan şiddetli bir rüzgârla helâk edildi.

﴿سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَىٰ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ﴾

O rüzgârı onlara yedi gece ve sekiz gün peşpeşe musallat kıldı. O kavmi o süre içinde içleri boşalmış hurma kütükleri imişler gibi yere yıkılmış görürdün.

﴿فَهَلْ تَرَىٰ لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ﴾

Onlardan arta kalan bir şey görüyor musun?

﴿وَجَاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِ﴾

Firavun da, ondan öncekiler de, altı üstüne gelen kasabalar halkı da hep hata işlediler.

﴿فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَابِيَةً﴾

Rablerinin elçisine isyan ettikleri için onları şiddetli bir yakalayışla yakaladı.

﴿إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ﴾

Doğrusu sular taştığı zaman sizi gemide biz taşımıştık.

﴿لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ﴾

Bunu sizin için bir öğüt kılalım ve anlayışlı kulaklar duysun diye.

﴿فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ﴾

Sûr’a tek bir üfürüşle üfürüldüğü zaman.

﴿وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً﴾

Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp, tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman.

﴿فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ﴾

İşte o gün olacak olmuştur.

﴿وَانْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ﴾

Gökyüzü yarılır ve artık o gün zayıf ve güçsüzdür.

﴿وَالْمَلَكُ عَلَىٰ أَرْجَائِهَا ۚ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ﴾

Melekler, onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.

﴿يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَىٰ مِنْكُمْ خَافِيَةٌ﴾

Siz o gün (hesap için) arz olunursunuz da hiçbir sırrınız gizli kalmaz.

﴿فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ﴾

İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”

﴿إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ﴾

"Ben, zaten kesinlikle böyle bir hesapla karşılaşacağımı biliyordum." der.

﴿فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ﴾

Artık o hoşnut olduğu bir yaşayıştadır.

﴿فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ﴾

Yüksek bir Cennet'tedir.

﴿قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ﴾

Meyveleri çok yakındır.

﴿كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ﴾

Yiyin, için; afiyet olsun. Bu, geçmiş günlerde yaptıklarınızın sebebiyle (size bahşedilmiştir.)

﴿وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيَهْ﴾

Kitabı solundan verilen kimseler ise şöyle der: “Eyvah! Keşke kitabım verilmeseydi.''

﴿وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيَهْ﴾

"Hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim."

﴿يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ﴾

"Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı!"

﴿مَا أَغْنَىٰ عَنِّي مَالِيَهْ ۜ﴾

"Malım da bana bir fayda vermedi."

﴿هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيَهْ﴾

"Saltanatım yok olup gitti."

﴿خُذُوهُ فَغُلُّوهُ﴾

Onu yakalayın da (ellerini boynuna) bağlayın.

﴿ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ﴾

Sonra da Cehennem'e atın!

﴿ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ﴾

Ardından da onu yetmiş arşın boyundaki bir zincire vurup sürükleyin!

﴿إِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ﴾

Çünkü o, Yüce Allah’a iman etmiyordu.

﴿وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ الْمِسْكِينِ﴾

Yoksulu yedirmeye teşvik etmiyordu.

﴿فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ﴾

Bugün onun için burada bir can yoldaşı da yoktur.

﴿وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ﴾

İrinden başka hiçbir yiyecek de yoktur.

﴿لَا يَأْكُلُهُ إِلَّا الْخَاطِئُونَ﴾

O yemeği günahkârlardan başkası yemez.

﴿فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ﴾

Yemin ederim gördüklerinize.

﴿وَمَا لَا تُبْصِرُونَ﴾

Görmediklerinize de…

﴿إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ﴾

Şüphesiz o, çok değerli bir elçinin sözüdür.

﴿وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ ۚ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ﴾

O, bir şair sözü değildir. Ne kadar da az iman ediyorsunuz!

﴿وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ ۚ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ﴾

O, bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!

﴿تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ﴾

Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

﴿وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ﴾

Eğer Peygamber bizim adımıza bazı sözler uydurmuş olsaydı;

﴿لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ﴾

Elbette onu sağ tarafından kıskıvrak yakalardık.

﴿ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ﴾

Sonra da onun can damarını kopartırdık.

﴿فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ﴾

Sizden hiç kimse de buna engel olamazdı.

﴿وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّقِينَ﴾

Şüphesiz o, takva sahipleri için bir öğüttür.

﴿وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّبِينَ﴾

Elbette biz, biliyoruz ki içinizden yalanlayanlar vardır.

﴿وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ﴾

Şüphesiz ki o kâfirler için bir pişmanlıktır.

﴿وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ﴾

Ve şüphesiz o, kesin bir gerçektir.

﴿فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ﴾

O halde sen, Yüce Rabbinin adını tesbih et!

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: