البحث

عبارات مقترحة:

الغفار

كلمة (غفّار) في اللغة صيغة مبالغة من الفعل (غَفَرَ يغْفِرُ)،...

الرب

كلمة (الرب) في اللغة تعود إلى معنى التربية وهي الإنشاء...

العظيم

كلمة (عظيم) في اللغة صيغة مبالغة على وزن (فعيل) وتعني اتصاف الشيء...

Allah katında hak din İslâm’dır

التركية - Türkçe

المؤلف
القسم مقالات
النوع نصي
اللغة التركية - Türkçe
المفردات الدعوة إلى الإسلام - تعريف الإسلام
Allah Teala buyurmuştur ki: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”(Maide 3) İslam[1]: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, ramazan orucunu tutmak ve yoluna güç yetiren için Allah’ın beytini haccetmektir. Bu, Allah Azze ve Celle’nin bu ümmete lütfettiği en büyük nimettir. Evet, Allah bu ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerinden başka bir dine ihtiyaç ve peygamberlerinden başka bir peygambere gerek duymayacaklardır. Zaten bunun için Allah peygamberini, peygamberlerin sonuncusu kılmış, insanlara ve cinlere elçi olarak göndermiştir. O'nun helâl kıldığından başka bir helâl yoktur. O'nun haram kıldığından başka haram bir şey yoktur. O'nun getirdiği dinden başka din yoktur. O'nun bildirdiği her şey haktır, yanlışı olmayan doğrudur, yanılması olmayan hakikattir. Nitekim Allah Teâlâ; “Rabbinin sözleri doğruluk ve adalet olarak tamamlanmıştır.”(En’am 115) buyurmaktadır. Yani verdiği haberlerde doğru, yasak ve emirlerinde adaletlidir. Mü'minlerin dini kemale erdiğine göre; üzerlerindeki nimet de tamama ermiştir. Bunun için Allah Teâlâ: “Bu gün dininizi kemale erdirdim, üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı beğendim.” buyurmaktadır. Yani siz de kendiniz için İslâm'ı seçin. Çünkü Allah'ın beğenip hoşlandığı din odur. O dini peygamberlerin en faziletlisi ile gönderdim ve beraberinde de kitapların en şereflisini indirdim. Allah Teala, İslam’dan din olarak razı olmakla iktifa etmemiş, bilakis İslam’ı yeryüzüne yerleştireceğini vaad etmiştir: “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.”(Nur 55) Nitekim Allah Tebarek ve Teala vaad ettiği gibi İslam’ı yerleştirmiştir. Hamd ve minnet O’nadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem başlangıçta Mekke’de tek başına idi. Sonra az bir grupla on sene kadar gizli olarak yalnızca Allah Teala’ya O’na hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadete çağırdı. Onlar gizleniyorlardı ve Medine’ye hicret edinceye kadar kıtal ile emrolunmamışlardı. Medine’ye geldiklerinde Allah onlara kıtali emretti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat etmezden önce Allah Teâlâ ona Mekke'nin, Hayber ve Bahreyn'in, Arap Yarımadasının diğer yerlerinin ve bütünüyle Yemen ülkesinin fethini nasip etmiştir. Hecer mecûsîlerinden ve Şam yörelerinin bir kısmından cizye alınmış, Rum kralı Hirakl ile Mısır ve İskenderiye hâkimi Mukavkıs, Umman kralları ve Habeş kralı Necâşî ona hediyeler göndermişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edip, Allah Teâlâ onu kendi katındaki şerefler için seçtiği zaman ondan sonra işi halifesi Ebu Bekir es-Sıddîk üstlenmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatı sırasında zayıflayıp dağılanları toplamış, Arap Yarımadasını güçlendirmiş, İslâm ordularını Hâlid b. Velîd radıyallahu anh’ın komutasında İran ülkelerine göndermiş ve onlar İran ülkesinin bir kısmını fethetmişler, ahâlîsinden bir kısmını öldürmüşlerdir. Diğer bir orduyu Ebu Ubeyde radıyallahu anh ve onunla beraber olan kumandanlar komutasında Şam ülkesine, bir üçüncüsünü Amr b. Âs radıyallahu anhuma komutasında Mısır ülkelerine göndermiştir. Şam'a gönderilen orduya Allah Teâlâ Ebu Bekir radıyallahu anh'ın halifelik günlerinde ahitlerinden dönen Busrâ, Dimaşk, Havran ve civarındaki ülkelerin fethini nasip etmiştir. Allah Teâlâ Ebu Bekir radıyallahu anh'ı da kendi katındaki şerefler için seçip vefat ettirdiğinde, İslâm'a ve Müslümanlara ihsanda bulunarak Ebu Bekir radıyallahu anh'e kendisi yerine Ömer el-Farûk radıyallahu anh'ı halîfe bırakmasını ilham etmiştir. Ebu Bekir radıyallahu anh'den sonra işi Ömer radıyallahu anh tam olarak üstlenip yerine getirmiştir. Âlemler güçlü ahlâkı ve mükemmel adaletinde peygamberlerden sonra onun bir benzerini görmemiştir. Onun halifelik günlerinde bütünüyle Şam ülkesi, sonuna varıncaya kadar Mısır diyarı, İran diyarının birçoğu fethedilmiş, Kisrâ'nın satveti kırılarak alçaltılmış ve ülkesinin en uzak yerlerine ric'at ederek kaçmıştır. Kayser hezimete uğratılmış, Şam ülkesinden eli çektirilmiş ve Kostantiniyye'ye sığınmak zorunda kalmıştır. Kisrâ ve Kayser'in malları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinden alarak vaad ettiği gibi Allah yolunda sarf edilmiştir. Osman radıyallahu anh'ın halifeliği döneminde İslâm ülkeleri yeryüzünün en uzak doğu ve batılarına kadar uzanmış batı ülkeleri en uzağına varıncaya kadar, Endülüs, Kıbrıs, Kayravan ülkeleri, Atlas Okyanusuna dayanan Septe ülkeleri fethedilmiştir. Doğu yönünden ise Çin ülkesinin derinliklerine kadar fethedilmiş Kisrâ öldürülmüş, hükümranlığı bütünüyle zevale ermiştir. Irak şehirleri, Horasan ve Ahvaz fethedilmiş; Müslümanlar Türklerden birçoğunu öldürmüşlerdir. Allah Teâlâ onların en büyük kralları olan Hakan'ı zelil kılmıştır. Yeryüzünün doğu ve batılarından haraç toplanarak müminlerin emîri Osman b. Affân radıyallahu anh’ın yanına getirilmiştir. Bütün bunlar onun Kur'an'ı okuması ve ümmet-i İslâm'ı Kur'an'ı muhafaza üzerinde toplaması bereketiyledir. Bu sebepledir ki sahih bir hâdiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Teâlâ yeryüzünü benim için dürdü. Doğularını ve batılarını gördüm. Ümmetimin hükümranlığı ondan benim için düzülenine erişecektir.”[2] İşte biz Allah ve Rasûlü’nün bize vaad ettiği ülkelerde dolanıp durmaktayız. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir. Allah'tan zatına ve Rasûlüne imanı, bizden hoşnut olacağı şekilde şükrünü yerine getirmeyi dileriz. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle müjde vermiştir: “Muhakkak bu iş, gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah Teâlâ azizin izzeti veya zelilin zilleti ile bu dinini girdirmediği köy, kasaba ve şehir bırakmayacaktır. Öyle bir izzet ki Allah onunla İslâm'ı azız kılacak; öyle bir zillet ki Allah bununla küfrü zelil kılacaktır.”[3] Ne bir kimsenin, ne bir cemaatin, ne bir devletin ne de bundan büyüğü veya küçüğünün yeryüzünden İslam’ı kaldırmaya veya söndürmeye gücü yetmez. Kim böyle bir şey yapmaya kalkarsa güneş ışığını ağzıyla söndürmeye kalkan gibi olur. Bu nasıl imkansız ise onun yapmak istediği şey de imkansızdır. Hadiseler hakkında düşünenler kolaylıkla görecektir ki; İslam’a tuzak kurmak isteyen oldukça Allah bu dinin yayılmasını artırıyor, fert, cemaat, grup ve milletleri hatta bizzat İslam’a tuzak kuranları dine dahil ediyor. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcısı nasıl böyle olmasın ki? O şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Hâlbuki Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar. Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.”(Tevbe 32-33) Evet, yeryüzü halkının arabı ve aceminden bütün dinler üzerine üstün kılacaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Allah katında hak din İslâm'dır.”(Al-i İmran 19) “Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”(Al-i İmran 85) Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuş, iş bitirilmiş, cidal sona ermiştir. Araştırmaya, münakaşaya, dinler arası diyalog veya buna benzer bir şeye gerek yoktur. Allah Teala konuşmuş, noktayı koymuştur. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcı olan Allah konuşmuşsa, bütün mahlûkata sükût etmek ve boyun eğerek teslim olmak düşer. Nitekim Allah Teala katında İslam’dan başka din olmadığını, hiç kimseden İslam dışında bir din kabul etmeyeceğini haber vermiştir. O din ki; peygamberlerin ve rasullerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderilene tabi olanların dinidir. Allah Subhanehu ve Teala, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dışında kendisine ulaşan bütün yolları kapamıştır. Kim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden sonra, onun şeriatından başka bir dine tabi olduğu halde Allah Teala ile karşılaşırsa, ondan kabul edilmeyecek ve o hüsrana uğrayanlardan olacaktır. “Biz Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç?”(Kalem 35) “Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: "Ben gerçekten Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”(Fussilet 33)   [1] Bkz.: İbn Kesir; Tefsiru’l-Kurani’l-Azim (1/362, 2/14, 3/312) [2] Müslim; Kitabu’l-Fiten ve Eşrati’s-Saa. [3] Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha (3)

التفاصيل

Allah Teala buyurmuştur ki: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”(Maide 3) İslam[1]: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, ramazan orucunu tutmak ve yoluna güç yetiren için Allah’ın beytini haccetmektir. Bu, Allah Azze ve Celle’nin bu ümmete lütfettiği en büyük nimettir. Evet, Allah bu ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerinden başka bir dine ihtiyaç ve peygamberlerinden başka bir peygambere gerek duymayacaklardır. Zaten bunun için Allah peygamberini, peygamberlerin sonuncusu kılmış, insanlara ve cinlere elçi olarak göndermiştir. O'nun helâl kıldığından başka bir helâl yoktur. O'nun haram kıldığından başka haram bir şey yoktur. O'nun getirdiği dinden başka din yoktur. O'nun bildirdiği her şey haktır, yanlışı olmayan doğrudur, yanılması olmayan hakikattir. Nitekim Allah Teâlâ; “Rabbinin sözleri doğruluk ve adalet olarak tamamlanmıştır.”(En’am 115) buyurmaktadır. Yani verdiği haberlerde doğru, yasak ve emirlerinde adaletlidir. Mü'minlerin dini kemale erdiğine göre; üzerlerindeki nimet de tamama ermiştir. Bunun için Allah Teâlâ: “Bu gün dininizi kemale erdirdim, üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı beğendim.” buyurmaktadır. Yani siz de kendiniz için İslâm'ı seçin. Çünkü Allah'ın beğenip hoşlandığı din odur. O dini peygamberlerin en faziletlisi ile gönderdim ve beraberinde de kitapların en şereflisini indirdim. Allah Teala, İslam’dan din olarak razı olmakla iktifa etmemiş, bilakis İslam’ı yeryüzüne yerleştireceğini vaad etmiştir: “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.”(Nur 55) Nitekim Allah Tebarek ve Teala vaad ettiği gibi İslam’ı yerleştirmiştir. Hamd ve minnet O’nadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem başlangıçta Mekke’de tek başına idi. Sonra az bir grupla on sene kadar gizli olarak yalnızca Allah Teala’ya O’na hiçbir şeyi şirk koşmadan ibadete çağırdı. Onlar gizleniyorlardı ve Medine’ye hicret edinceye kadar kıtal ile emrolunmamışlardı. Medine’ye geldiklerinde Allah onlara kıtali emretti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat etmezden önce Allah Teâlâ ona Mekke'nin, Hayber ve Bahreyn'in, Arap Yarımadasının diğer yerlerinin ve bütünüyle Yemen ülkesinin fethini nasip etmiştir. Hecer mecûsîlerinden ve Şam yörelerinin bir kısmından cizye alınmış, Rum kralı Hirakl ile Mısır ve İskenderiye hâkimi Mukavkıs, Umman kralları ve Habeş kralı Necâşî ona hediyeler göndermişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edip, Allah Teâlâ onu kendi katındaki şerefler için seçtiği zaman ondan sonra işi halifesi Ebu Bekir es-Sıddîk üstlenmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatı sırasında zayıflayıp dağılanları toplamış, Arap Yarımadasını güçlendirmiş, İslâm ordularını Hâlid b. Velîd radıyallahu anh’ın komutasında İran ülkelerine göndermiş ve onlar İran ülkesinin bir kısmını fethetmişler, ahâlîsinden bir kısmını öldürmüşlerdir. Diğer bir orduyu Ebu Ubeyde radıyallahu anh ve onunla beraber olan kumandanlar komutasında Şam ülkesine, bir üçüncüsünü Amr b. Âs radıyallahu anhuma komutasında Mısır ülkelerine göndermiştir. Şam'a gönderilen orduya Allah Teâlâ Ebu Bekir radıyallahu anh'ın halifelik günlerinde ahitlerinden dönen Busrâ, Dimaşk, Havran ve civarındaki ülkelerin fethini nasip etmiştir. Allah Teâlâ Ebu Bekir radıyallahu anh'ı da kendi katındaki şerefler için seçip vefat ettirdiğinde, İslâm'a ve Müslümanlara ihsanda bulunarak Ebu Bekir radıyallahu anh'e kendisi yerine Ömer el-Farûk radıyallahu anh'ı halîfe bırakmasını ilham etmiştir. Ebu Bekir radıyallahu anh'den sonra işi Ömer radıyallahu anh tam olarak üstlenip yerine getirmiştir. Âlemler güçlü ahlâkı ve mükemmel adaletinde peygamberlerden sonra onun bir benzerini görmemiştir. Onun halifelik günlerinde bütünüyle Şam ülkesi, sonuna varıncaya kadar Mısır diyarı, İran diyarının birçoğu fethedilmiş, Kisrâ'nın satveti kırılarak alçaltılmış ve ülkesinin en uzak yerlerine ric'at ederek kaçmıştır. Kayser hezimete uğratılmış, Şam ülkesinden eli çektirilmiş ve Kostantiniyye'ye sığınmak zorunda kalmıştır. Kisrâ ve Kayser'in malları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinden alarak vaad ettiği gibi Allah yolunda sarf edilmiştir. Osman radıyallahu anh'ın halifeliği döneminde İslâm ülkeleri yeryüzünün en uzak doğu ve batılarına kadar uzanmış batı ülkeleri en uzağına varıncaya kadar, Endülüs, Kıbrıs, Kayravan ülkeleri, Atlas Okyanusuna dayanan Septe ülkeleri fethedilmiştir. Doğu yönünden ise Çin ülkesinin derinliklerine kadar fethedilmiş Kisrâ öldürülmüş, hükümranlığı bütünüyle zevale ermiştir. Irak şehirleri, Horasan ve Ahvaz fethedilmiş; Müslümanlar Türklerden birçoğunu öldürmüşlerdir. Allah Teâlâ onların en büyük kralları olan Hakan'ı zelil kılmıştır. Yeryüzünün doğu ve batılarından haraç toplanarak müminlerin emîri Osman b. Affân radıyallahu anh’ın yanına getirilmiştir. Bütün bunlar onun Kur'an'ı okuması ve ümmet-i İslâm'ı Kur'an'ı muhafaza üzerinde toplaması bereketiyledir. Bu sebepledir ki sahih bir hâdiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Teâlâ yeryüzünü benim için dürdü. Doğularını ve batılarını gördüm. Ümmetimin hükümranlığı ondan benim için düzülenine erişecektir.”[2] İşte biz Allah ve Rasûlü’nün bize vaad ettiği ülkelerde dolanıp durmaktayız. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir. Allah'tan zatına ve Rasûlüne imanı, bizden hoşnut olacağı şekilde şükrünü yerine getirmeyi dileriz. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle müjde vermiştir: “Muhakkak bu iş, gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah Teâlâ azizin izzeti veya zelilin zilleti ile bu dinini girdirmediği köy, kasaba ve şehir bırakmayacaktır. Öyle bir izzet ki Allah onunla İslâm'ı azız kılacak; öyle bir zillet ki Allah bununla küfrü zelil kılacaktır.”[3] Ne bir kimsenin, ne bir cemaatin, ne bir devletin ne de bundan büyüğü veya küçüğünün yeryüzünden İslam’ı kaldırmaya veya söndürmeye gücü yetmez. Kim böyle bir şey yapmaya kalkarsa güneş ışığını ağzıyla söndürmeye kalkan gibi olur. Bu nasıl imkansız ise onun yapmak istediği şey de imkansızdır. Hadiseler hakkında düşünenler kolaylıkla görecektir ki; İslam’a tuzak kurmak isteyen oldukça Allah bu dinin yayılmasını artırıyor, fert, cemaat, grup ve milletleri hatta bizzat İslam’a tuzak kuranları dine dahil ediyor. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcısı nasıl böyle olmasın ki? O şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Hâlbuki Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar. Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.”(Tevbe 32-33) Evet, yeryüzü halkının arabı ve aceminden bütün dinler üzerine üstün kılacaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Allah katında hak din İslâm'dır.”(Al-i İmran 19) “Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”(Al-i İmran 85) Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuş, iş bitirilmiş, cidal sona ermiştir. Araştırmaya, münakaşaya, dinler arası diyalog veya buna benzer bir şeye gerek yoktur. Allah Teala konuşmuş, noktayı koymuştur. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcı olan Allah konuşmuşsa, bütün mahlûkata sükût etmek ve boyun eğerek teslim olmak düşer. Nitekim Allah Teala katında İslam’dan başka din olmadığını, hiç kimseden İslam dışında bir din kabul etmeyeceğini haber vermiştir. O din ki; peygamberlerin ve rasullerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderilene tabi olanların dinidir. Allah Subhanehu ve Teala, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dışında kendisine ulaşan bütün yolları kapamıştır. Kim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden sonra, onun şeriatından başka bir dine tabi olduğu halde Allah Teala ile karşılaşırsa, ondan kabul edilmeyecek ve o hüsrana uğrayanlardan olacaktır. “Biz Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç?”(Kalem 35) “Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: "Ben gerçekten Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”(Fussilet 33)   [1] Bkz.: İbn Kesir; Tefsiru’l-Kurani’l-Azim (1/362, 2/14, 3/312) [2] Müslim; Kitabu’l-Fiten ve Eşrati’s-Saa. [3] Silsiletu’l-Ahadisi’s-Sahiha (3)