Allah Teala: “Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”(Al-i İmran 159) buyurmuştur. Tevekkül[1]: Lügatte; kişinin acizliğini açığa vurmakla birlikte başkasına güvenip dayanması dernektir. İşimi falana tevkil denilir. Yani; ona sığındım ve bu hususta ona güvendim demektir. Falan filanı vekil etti; işinde onu yeterli görerek ona güvendi. Tevekkül ile kastedilen Allah Azze ve Celle’ye tevekkül etmektir. Bu da dilin sözü veya azaların ameli değil, kalbin amelidir. Bu idrak edilebilen ilimlerden değildir. Kimileri bunu; işi, Allah’ın her dilediği şeye bırakmak anlamında yorumlamışlardır. Bazıları; Allah’ın takdirine razı olmak demişlerdir. Kimisi de tevekkül, her durumda Allah’a bağlı olmaktır şeklinde yorumlamışlardır. İşin hakikatinde tevekkül; bazı hususları içinde bulundurur: Rabbi ve sıfatlarını bilmek, sebepler ve müsebbipler hakkında ispat, kalbin tevhid ve tevekkül makamında kökleşmesi. Kulun tevhidi sahih olmadıkça tevekkülü de istikamet üzere olmaz. Kalp Allah Teala’ya güvenir, O’na dayanır ve O’nunla sakin olur, Allah Azze ve Celle’ye hüsnü zan besler, kalbini O’na teslim eder, işini O’na havale eder, razı olur. İşte bu da tevekkülün semeresidir. Tevekkülü rıza ile tefsir eden kimse, onu en önemli semeresi ve en büyük faydası ile tanımlamış olur. Zira, hakkıyla tevekkül ettiği zaman kişi, vekilinin her yaptığına razı olur. Şu icma ile belirtilmiştir ki, sebepleri yerine getirmek tevekküle aykırı değildir. Tevekkül ancak sebeplerin yerine getirilmesiyle sahih olur. Aksi halde tevekkül batıl ve fasit olur. Nitekim tevekkül Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hali olmakla birlikte çalışmak da onun sünnetidir. Kim hareketi kötülerse, sünneti kötülemiş olur. Kim de tevekkülü kötülerse imanı kötülemiş olur. Tevekkül, dinin menzillerinden bir menzil ve yakin sahiplerinin makamlarından bir makamdır. Hatta mukarreblerin en yüksek derecelerindendir. Allah’ın muhabbeti ile vasıflananların sahip olduğu en üstün makamdır. Allah Teala bununla vasıflanana kafi gelir. Kim kafi geleni, seveni ve gözeteni Allah olursa, o kimse büyük bir başarıya kavuşmuş demektir. Zira sevilen azap görmez, uzaklaşmaz ve perdelenmez. Tevekkül edenler: Aczini ortaya koyarak Allah’a tevekkül eden ve O’na itimad eden, bütün işlerini Allah’a havale edenlerdir. Allah’a güvenirler ve yakin ile bilirler ki O’nun kaderi geçmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tabi olurlar, yiyecek ve içecek hususunda sebeplere sarılırlar, silahlarla hazırlık yaparak düşmana karşı korunurlar ve sünnetullah’ın gerektirdiği şeyleri kullanırlar. Bu sebeplerden hiçbiriyle tatmin olmaz ve kalpleriyle ona iltifat etmezler, ancak hükmün gereğiyle emre itaat ederler. Zira o ne faydayı celbeder ne de zararı def eder. Bilakis sebeplerin müsebbibi Allah Teala’nın fiilidir. Her şey O’nun meşieti iledir. Mütevekkil: Fazlasını ummada, eksilmeden korkmada, sıhhati talep etmede veya hastalıktan kaçmada ihtiyar ve tedbiri terk edendir. Allah Teala’nın her şeye kadir olduğunu bilir. O ihtiyar ve tedbirde tek başınadır. O’nun kulu için tedbiri, kulun kendisi için tedbirinden daha hayırlıdır. Zira Allah onun maslahatını kuldan daha iyi bilir ve onun için daha faydalı olanı takdir eder. Kul için kulun kendisinden daha samimidir. Kula kendisinden daha merhametlidir. Kulu kendisinden daha fazla temize çeker. Bununla beraber O’nun tedbirinin ne bir adım önüne geçebilir, ne de bir adım geri kalabilir. O’nun kaza ve kaderini öne alacak veya geri bırakacak kimse yoktur. Kul kendisini onun önüne atar ve bütün işlerini O’na teslim eder. Onun önüne aziz ve kahredici bir kralın önüne atılan zayıf köle gibi atılır. Kulu hakkında tamamen dilediği şekilde tasarruf eder. Kulun herhangi bakımdan bir tasarrufu yoktur. İşte o zaman kederlerden, tasalardan, dertlerden ve pişmanlıklardan rahata kavuşur. Bütün ihtiyaçlarını ve maslahatlarını, kendisine ağır ve çok gelmeyecek olana yükler. O’ndan başkasından yüz çevirir ve O’nun lütfunu, iyiliğini, rahmetini ve ihsanını, kuldan bir yorgunluk ve ihtimam olmaksızın görür. Zira bütün düşüncelerinden sarfı nazar edip yalnızca O’na yönelmiş, kalbini düşüncelerden, ihtiyaçlarından ve dünya maslahatlarının tasasından boşaltmıştır. Allah Subhanehu ve Teala kuluna emretmiş ve ona kefil olmuştur. Eğer kul emri, samimiyet, sadakat, ihlas ve gayret ile yerine getirirse, Allah Subhanehu da ona kefil olduğu rızık, kifayet, yardım ve ihtiyaçlarını giderme hususlarını yerine getirir. Muhakkak ki Allah Subhanehu kulunun rızkına kefil olmuştur. Kendisine tevekkül edip yardım isteyene yardım eder. Düşüncesi ve gayesi Allah olana O kafi gelir. Bağışlanma dileyeni bağışlar. Talebinde sadık olup kendisine güvenenin ihtiyaçlarını giderir, ümidini kuvvetlendirir, fazlının ve cömertliğinin tadını ona tattırır. “Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.”(Talak 3) “Allah'ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.”(Şura 36) [1] Bkz.: Gazali; İhyau Ulumi’d-Din (4/243) Kurtubi; el-Cami Li Ahkami’l-Kur’an (4/122) İbnu’l-Kayyım; el-Fevaid (s.148-149) İbnu’l-Kayyım; Medaricu’s-Salikin (2/114-122) el-Askalani; Fethu’l-Bari (11/305)
التفاصيل
Allah Teala: “Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”(Al-i İmran 159) buyurmuştur. Tevekkül[1]: Lügatte; kişinin acizliğini açığa vurmakla birlikte başkasına güvenip dayanması dernektir. İşimi falana tevkil denilir. Yani; ona sığındım ve bu hususta ona güvendim demektir. Falan filanı vekil etti; işinde onu yeterli görerek ona güvendi. Tevekkül ile kastedilen Allah Azze ve Celle’ye tevekkül etmektir. Bu da dilin sözü veya azaların ameli değil, kalbin amelidir. Bu idrak edilebilen ilimlerden değildir. Kimileri bunu; işi, Allah’ın her dilediği şeye bırakmak anlamında yorumlamışlardır. Bazıları; Allah’ın takdirine razı olmak demişlerdir. Kimisi de tevekkül, her durumda Allah’a bağlı olmaktır şeklinde yorumlamışlardır. İşin hakikatinde tevekkül; bazı hususları içinde bulundurur: Rabbi ve sıfatlarını bilmek, sebepler ve müsebbipler hakkında ispat, kalbin tevhid ve tevekkül makamında kökleşmesi. Kulun tevhidi sahih olmadıkça tevekkülü de istikamet üzere olmaz. Kalp Allah Teala’ya güvenir, O’na dayanır ve O’nunla sakin olur, Allah Azze ve Celle’ye hüsnü zan besler, kalbini O’na teslim eder, işini O’na havale eder, razı olur. İşte bu da tevekkülün semeresidir. Tevekkülü rıza ile tefsir eden kimse, onu en önemli semeresi ve en büyük faydası ile tanımlamış olur. Zira, hakkıyla tevekkül ettiği zaman kişi, vekilinin her yaptığına razı olur. Şu icma ile belirtilmiştir ki, sebepleri yerine getirmek tevekküle aykırı değildir. Tevekkül ancak sebeplerin yerine getirilmesiyle sahih olur. Aksi halde tevekkül batıl ve fasit olur. Nitekim tevekkül Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hali olmakla birlikte çalışmak da onun sünnetidir. Kim hareketi kötülerse, sünneti kötülemiş olur. Kim de tevekkülü kötülerse imanı kötülemiş olur. Tevekkül, dinin menzillerinden bir menzil ve yakin sahiplerinin makamlarından bir makamdır. Hatta mukarreblerin en yüksek derecelerindendir. Allah’ın muhabbeti ile vasıflananların sahip olduğu en üstün makamdır. Allah Teala bununla vasıflanana kafi gelir. Kim kafi geleni, seveni ve gözeteni Allah olursa, o kimse büyük bir başarıya kavuşmuş demektir. Zira sevilen azap görmez, uzaklaşmaz ve perdelenmez. Tevekkül edenler: Aczini ortaya koyarak Allah’a tevekkül eden ve O’na itimad eden, bütün işlerini Allah’a havale edenlerdir. Allah’a güvenirler ve yakin ile bilirler ki O’nun kaderi geçmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tabi olurlar, yiyecek ve içecek hususunda sebeplere sarılırlar, silahlarla hazırlık yaparak düşmana karşı korunurlar ve sünnetullah’ın gerektirdiği şeyleri kullanırlar. Bu sebeplerden hiçbiriyle tatmin olmaz ve kalpleriyle ona iltifat etmezler, ancak hükmün gereğiyle emre itaat ederler. Zira o ne faydayı celbeder ne de zararı def eder. Bilakis sebeplerin müsebbibi Allah Teala’nın fiilidir. Her şey O’nun meşieti iledir. Mütevekkil: Fazlasını ummada, eksilmeden korkmada, sıhhati talep etmede veya hastalıktan kaçmada ihtiyar ve tedbiri terk edendir. Allah Teala’nın her şeye kadir olduğunu bilir. O ihtiyar ve tedbirde tek başınadır. O’nun kulu için tedbiri, kulun kendisi için tedbirinden daha hayırlıdır. Zira Allah onun maslahatını kuldan daha iyi bilir ve onun için daha faydalı olanı takdir eder. Kul için kulun kendisinden daha samimidir. Kula kendisinden daha merhametlidir. Kulu kendisinden daha fazla temize çeker. Bununla beraber O’nun tedbirinin ne bir adım önüne geçebilir, ne de bir adım geri kalabilir. O’nun kaza ve kaderini öne alacak veya geri bırakacak kimse yoktur. Kul kendisini onun önüne atar ve bütün işlerini O’na teslim eder. Onun önüne aziz ve kahredici bir kralın önüne atılan zayıf köle gibi atılır. Kulu hakkında tamamen dilediği şekilde tasarruf eder. Kulun herhangi bakımdan bir tasarrufu yoktur. İşte o zaman kederlerden, tasalardan, dertlerden ve pişmanlıklardan rahata kavuşur. Bütün ihtiyaçlarını ve maslahatlarını, kendisine ağır ve çok gelmeyecek olana yükler. O’ndan başkasından yüz çevirir ve O’nun lütfunu, iyiliğini, rahmetini ve ihsanını, kuldan bir yorgunluk ve ihtimam olmaksızın görür. Zira bütün düşüncelerinden sarfı nazar edip yalnızca O’na yönelmiş, kalbini düşüncelerden, ihtiyaçlarından ve dünya maslahatlarının tasasından boşaltmıştır. Allah Subhanehu ve Teala kuluna emretmiş ve ona kefil olmuştur. Eğer kul emri, samimiyet, sadakat, ihlas ve gayret ile yerine getirirse, Allah Subhanehu da ona kefil olduğu rızık, kifayet, yardım ve ihtiyaçlarını giderme hususlarını yerine getirir. Muhakkak ki Allah Subhanehu kulunun rızkına kefil olmuştur. Kendisine tevekkül edip yardım isteyene yardım eder. Düşüncesi ve gayesi Allah olana O kafi gelir. Bağışlanma dileyeni bağışlar. Talebinde sadık olup kendisine güvenenin ihtiyaçlarını giderir, ümidini kuvvetlendirir, fazlının ve cömertliğinin tadını ona tattırır. “Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.”(Talak 3) “Allah'ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.”(Şura 36) [1] Bkz.: Gazali; İhyau Ulumi’d-Din (4/243) Kurtubi; el-Cami Li Ahkami’l-Kur’an (4/122) İbnu’l-Kayyım; el-Fevaid (s.148-149) İbnu’l-Kayyım; Medaricu’s-Salikin (2/114-122) el-Askalani; Fethu’l-Bari (11/305)