Bir Kimsenin Kalbini Yalnız Allah (c.c)'a Bağlamaması Halinde, Kurtuluşu Yoktur. Herhangi bir kimse kendisine yardım etmelerini veya rızk vermelerini veya kendisini hidayete götürmelerini bekleyerek kalbini mahlûklara bağlarsa, (Onlara kalbinde büyük bir yer verip) onlara karşı kalbinde hudû (tezellül) alçaklık duyar ve o nisbette o varlıklara karşı kalbinde ubudiyet (kulluk) hissi bulunmuş olur (Onlara kul olmuş olur). İsterse o kimse, zahiren böyle kimselerin işlerini tasarruf ve idare eden emirleri olsun. (Üstelik de zahiren üstün görünen mahluklardır bunlar ve hepsi de geçicidirler.) Zira, akıllı Akıllı kişiler görünüşe değil gerçeklere bakarak hareket ederler. Mesela bir erkek gönlünü bir kadına bağlarsa, isterse o kadın helali olsun, istese de istemese de kalbi o kadına esir olmuş olur. Bu durumda sevilen bir kadın erkeğe istediği biçimde tasarruf ve tahakküm (hükm) eder. Fakat dışardan bakıldığı zaman, erkeğin kadına hükmettiği sanılır. Zira görüntüde erkek kadının maliki (sahibi) ve efendisi görünse de, hakikatta erkek kadının kulu kölesidir.Hele de kadın erkeğinin kendisine aşık olduğunu ve kendisinden vazgeçemiyeceğini biliyorsa, erkeğin kendinden başka hiç bir şeyden tatmin bulmadığının farkına varmışsa, o zaman kadın erkeğe azat kabul etmez bir köle gibi hükmeder, onu istediği biçime sokar. O kadar ki, dünyanın en zalim efendisinin kölesine yaptığı eziyetleri yapar ve hatta daha da ileri gider. Çünkü, kalbin esir olması, bedenin esir olmasından çok daha korkunçtur; kalbin köleleşmesi, bedenin köleleşmesiyle mukayese bile edilemez. Zira bir kimsenin bedeni köle ve esir olsa; kalbi hür ve mutmain olduğu sürece bedeni esirliğine aldırış etmez; içinde daima bir kurtuluş ümidi ve iştiyak vardır. Fakat, bedene hakim olan kalb esir ve köle durumuna düşerse; Allah (c.c)'tan başka şeylere de kul ve köle olursa; işte asıl zillet ve asıl esaret budur. Kulun bundan daha aşağı bir derecesi yoktur; bundan daha beter kölelik mevcut değildir Allah (c.c)'ın kulu için... Mükafaata veya azaba hak kazanmak, ancak kalbin esareti veya kulluğuna bağlıdır. Mükafatı veya cezayı kalbin durumu tayin eder. Bir müslümanı bir kâfir haksız olarak esir ve köle ederse; gücünün yettiği nisbette üzerine düşen vazifeleri yerine getirdiği taktirde, bu esaret ve kölelik o müslümana zarar vermez. Bir kimse, haklı olarak köle yapılıp da, Allah (c.c)'ın ve (kendisini hak olarak köle eden) efendisinin hukukunu (gönüllü bir biçimde) yerine getirirse ona iki ecir vardır, Şayet bir kimse küfretmeye zorlansa ve o da küfretse; fakat bunu söylediği zaman kalbi de iman ile mutmain bulunsa (kalbi Allah (c.c)'a iman ile dolu olsa), o kimseye zorla yaptırılan küfür bir zarar vermez. Fakat bir kimsenin kalbi başkalarına kul köle olsa işte bu kimse Allah (c.c)'tan başkasına kul köle olmuş olduğundan (isterse dille küfretmesin) her türlü zarara duçar olur, isterse görünüşte halkın padişahı bulunsun (hükümdarı olsun).... Anlaşılıyor ki, hürriyet ve kölelik kalbe nisbet edilmektedir (Kalbin işidir, kalple ilgili bir konudur). Hürriyet de, kölelik de aslında kalbin halleriyle alâkalı iki kavramdır. Şayet kulluk kalbde değilse o kulluğun en küçük bir değeri yoktur. Allah (c.c)'a yemin ederim ki, bir kimsenin kalbini Allah (c.c)'a bağlamaması halinde, kurtuluşu yoktur. Hiç kimse kendisini kalben Allah (c.c)'a bağlamadan kurtaramaz. Allah'ın Rasûlü (s.a.v): "Zenginlik dünyalığın çokluğu değil, kalbin zenginliğidir" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim) Allah (c.c)'a kasem ederim ki, bir kimse şayet kalbini uygun bir şekilde Allah (c.c)'a köleleştirmişse ne alâ; Fakat haram kılındığı bir tarzda, kalbini, meselâ kadına veya çocuğa köleleştirmişse... (yanmıştır böyle bir adam). Böyle yapmışsa; işte bu hal, acıklı azabın ta kendisidir (Böylesi için çok acıklı azab vardır); hem de benzeri olmayan bir azab... Bu suret ve şekil aşkları, insan'ların azab bakımından en ağırı ve tevbe bakımından kabulü en zor olanıdır. Surete, zahiri görüntüye aşık olanların tevbesi çok zor kabul edilir ve böyle olduğu için de büyük azablara en yakın olanlarıdır. Çünkü bir surete, geçici zevkler veren herhangi bir zahiri görüntüye aşık olanlar, kalpleri bu surete bağlı kaldığı sürece, köleliğe devam ettiği müddetçe, kendilerinde sayısını ancak Yüce Allah'ın bileceği çeşitli şer, fesat ve hüsranlar toplanır. İsterse bunlar büyük bir suç olan zinadan uzak dursunlar. Bir insan zina suçu işlemese, fakat kalbi bağı devam etse, böyle bir durum suçu işleyip, sonradan tevbe etmekten daha beter sonuçlar doğurur. Bir başka deyişle, kalben bağlı olmayarak işlenen bir suçtan sonra, tevbe insan'ı kurtarır da, kalben suçu benimseyip onu işlememek çok daha büyük bir sorumluluk getirir insan'a. Yok eğer, nefsinde o fiili silmek için mücahede ediyorsa, bu Allah (c.c)'a taatındadır; mutlaka şer olduğu hükmü doğru olmaz. Yukarıda tefsir edildiği gibi; kalbin bir surete bağlılığının devamı, elbette ki kişiyi bir cihetle de olsa şeriata muhalefete sürükler, fakat zinaya taalluk etmez. (Şahsî ve ailevî bazı vecibelerini ihmal edip yerine getirmeyişi gibi). Şu beyitlerde denildiği gibi, bunlar (kalbini bir surete bağlayan aşıklar) sarhoş ve çılgındırlar. Sarhoşluk heva sarhoşluğu, içki sarhoşluğudur. Kendisinde sarhoşluk olan kimsenin ayılması ne zamandır? Dediler ki: Bir kimseyi nefsî hevası deli etmiş; onlara dedim ki; aşk delilikden daha ileri bir haldir. Aşk insanı yıllarca ayıktırmaz; deli ise bazı zamanlar saralanır ve bazı zamanlar ayılır. Aşk ayılmaya hiçbir zaman meydan vermez. Böyle ayılmaz sarhoşluğa götüren en büyük sebep, kalbi Allah (c.c)'tan başkasına bağlamaktır. Gerçekten bir kalp Allah (c.c)'a bağlanmadığında, bu bağlılığın (Allah (c.c)'a kulluğun ve O'na ihlâsın) tadını aldığında, bundan başka bir sevgi aramaz. Böyle bir kalbe sahip insan'a, Allah (c.c) sevgisinden daha tatlı, daha lezzetli bir şey yoktur.
التفاصيل
Bir Kimsenin Kalbini Yalnız Allah (c.c)'a Bağlamaması Halinde, Kurtuluşu Yoktur. Herhangi bir kimse kendisine yardım etmelerini veya rızk vermelerini veya kendisini hidayete götürmelerini bekleyerek kalbini mahlûklara bağlarsa, (Onlara kalbinde büyük bir yer verip) onlara karşı kalbinde hudû (tezellül) alçaklık duyar ve o nisbette o varlıklara karşı kalbinde ubudiyet (kulluk) hissi bulunmuş olur (Onlara kul olmuş olur). İsterse o kimse, zahiren böyle kimselerin işlerini tasarruf ve idare eden emirleri olsun. (Üstelik de zahiren üstün görünen mahluklardır bunlar ve hepsi de geçicidirler.) Zira, akıllı Akıllı kişiler görünüşe değil gerçeklere bakarak hareket ederler. Mesela bir erkek gönlünü bir kadına bağlarsa, isterse o kadın helali olsun, istese de istemese de kalbi o kadına esir olmuş olur. Bu durumda sevilen bir kadın erkeğe istediği biçimde tasarruf ve tahakküm (hükm) eder. Fakat dışardan bakıldığı zaman, erkeğin kadına hükmettiği sanılır. Zira görüntüde erkek kadının maliki (sahibi) ve efendisi görünse de, hakikatta erkek kadının kulu kölesidir.Hele de kadın erkeğinin kendisine aşık olduğunu ve kendisinden vazgeçemiyeceğini biliyorsa, erkeğin kendinden başka hiç bir şeyden tatmin bulmadığının farkına varmışsa, o zaman kadın erkeğe azat kabul etmez bir köle gibi hükmeder, onu istediği biçime sokar. O kadar ki, dünyanın en zalim efendisinin kölesine yaptığı eziyetleri yapar ve hatta daha da ileri gider. Çünkü, kalbin esir olması, bedenin esir olmasından çok daha korkunçtur; kalbin köleleşmesi, bedenin köleleşmesiyle mukayese bile edilemez. Zira bir kimsenin bedeni köle ve esir olsa; kalbi hür ve mutmain olduğu sürece bedeni esirliğine aldırış etmez; içinde daima bir kurtuluş ümidi ve iştiyak vardır. Fakat, bedene hakim olan kalb esir ve köle durumuna düşerse; Allah (c.c)'tan başka şeylere de kul ve köle olursa; işte asıl zillet ve asıl esaret budur. Kulun bundan daha aşağı bir derecesi yoktur; bundan daha beter kölelik mevcut değildir Allah (c.c)'ın kulu için... Mükafaata veya azaba hak kazanmak, ancak kalbin esareti veya kulluğuna bağlıdır. Mükafatı veya cezayı kalbin durumu tayin eder. Bir müslümanı bir kâfir haksız olarak esir ve köle ederse; gücünün yettiği nisbette üzerine düşen vazifeleri yerine getirdiği taktirde, bu esaret ve kölelik o müslümana zarar vermez. Bir kimse, haklı olarak köle yapılıp da, Allah (c.c)'ın ve (kendisini hak olarak köle eden) efendisinin hukukunu (gönüllü bir biçimde) yerine getirirse ona iki ecir vardır, Şayet bir kimse küfretmeye zorlansa ve o da küfretse; fakat bunu söylediği zaman kalbi de iman ile mutmain bulunsa (kalbi Allah (c.c)'a iman ile dolu olsa), o kimseye zorla yaptırılan küfür bir zarar vermez. Fakat bir kimsenin kalbi başkalarına kul köle olsa işte bu kimse Allah (c.c)'tan başkasına kul köle olmuş olduğundan (isterse dille küfretmesin) her türlü zarara duçar olur, isterse görünüşte halkın padişahı bulunsun (hükümdarı olsun).... Anlaşılıyor ki, hürriyet ve kölelik kalbe nisbet edilmektedir (Kalbin işidir, kalple ilgili bir konudur). Hürriyet de, kölelik de aslında kalbin halleriyle alâkalı iki kavramdır. Şayet kulluk kalbde değilse o kulluğun en küçük bir değeri yoktur. Allah (c.c)'a yemin ederim ki, bir kimsenin kalbini Allah (c.c)'a bağlamaması halinde, kurtuluşu yoktur. Hiç kimse kendisini kalben Allah (c.c)'a bağlamadan kurtaramaz. Allah'ın Rasûlü (s.a.v): "Zenginlik dünyalığın çokluğu değil, kalbin zenginliğidir" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim) Allah (c.c)'a kasem ederim ki, bir kimse şayet kalbini uygun bir şekilde Allah (c.c)'a köleleştirmişse ne alâ; Fakat haram kılındığı bir tarzda, kalbini, meselâ kadına veya çocuğa köleleştirmişse... (yanmıştır böyle bir adam). Böyle yapmışsa; işte bu hal, acıklı azabın ta kendisidir (Böylesi için çok acıklı azab vardır); hem de benzeri olmayan bir azab... Bu suret ve şekil aşkları, insan'ların azab bakımından en ağırı ve tevbe bakımından kabulü en zor olanıdır. Surete, zahiri görüntüye aşık olanların tevbesi çok zor kabul edilir ve böyle olduğu için de büyük azablara en yakın olanlarıdır. Çünkü bir surete, geçici zevkler veren herhangi bir zahiri görüntüye aşık olanlar, kalpleri bu surete bağlı kaldığı sürece, köleliğe devam ettiği müddetçe, kendilerinde sayısını ancak Yüce Allah'ın bileceği çeşitli şer, fesat ve hüsranlar toplanır. İsterse bunlar büyük bir suç olan zinadan uzak dursunlar. Bir insan zina suçu işlemese, fakat kalbi bağı devam etse, böyle bir durum suçu işleyip, sonradan tevbe etmekten daha beter sonuçlar doğurur. Bir başka deyişle, kalben bağlı olmayarak işlenen bir suçtan sonra, tevbe insan'ı kurtarır da, kalben suçu benimseyip onu işlememek çok daha büyük bir sorumluluk getirir insan'a. Yok eğer, nefsinde o fiili silmek için mücahede ediyorsa, bu Allah (c.c)'a taatındadır; mutlaka şer olduğu hükmü doğru olmaz. Yukarıda tefsir edildiği gibi; kalbin bir surete bağlılığının devamı, elbette ki kişiyi bir cihetle de olsa şeriata muhalefete sürükler, fakat zinaya taalluk etmez. (Şahsî ve ailevî bazı vecibelerini ihmal edip yerine getirmeyişi gibi). Şu beyitlerde denildiği gibi, bunlar (kalbini bir surete bağlayan aşıklar) sarhoş ve çılgındırlar. Sarhoşluk heva sarhoşluğu, içki sarhoşluğudur. Kendisinde sarhoşluk olan kimsenin ayılması ne zamandır? Dediler ki: Bir kimseyi nefsî hevası deli etmiş; onlara dedim ki; aşk delilikden daha ileri bir haldir. Aşk insanı yıllarca ayıktırmaz; deli ise bazı zamanlar saralanır ve bazı zamanlar ayılır. Aşk ayılmaya hiçbir zaman meydan vermez. Böyle ayılmaz sarhoşluğa götüren en büyük sebep, kalbi Allah (c.c)'tan başkasına bağlamaktır. Gerçekten bir kalp Allah (c.c)'a bağlanmadığında, bu bağlılığın (Allah (c.c)'a kulluğun ve O'na ihlâsın) tadını aldığında, bundan başka bir sevgi aramaz. Böyle bir kalbe sahip insan'a, Allah (c.c) sevgisinden daha tatlı, daha lezzetli bir şey yoktur.