الملك
كلمة (المَلِك) في اللغة صيغة مبالغة على وزن (فَعِل) وهي مشتقة من...
Ebu’l-Fazl Abbâs b. Abdulmuttalib -radıyallahu anh- şöyle dedi: Huneyn Gazvesi’nde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber bulundum. Ben ve Ebû Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanından hiç ayrılmadık. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- beyaz katırın üzerinde otururken, Müslümanlarla müşrikler birbirine girince müslümanlar gerilemeye başladı. Bu sırada Rasûlullah katırını durmadan kâfirlerin üzerine sürüyordu. Ben katırın geminden tutmuş savaş alanına girmesine engel olmaya çalışıyordum. Ebû Süfyân ise Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in katırının özengisine yapışmıştı. Bu sırada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Abbâs! Semera Ashabına (Bey‘atürrıdvân’da bulunanlara) seslen!” buyurdu. Gür sesli bir zât olan Abbas sözüne şöyle devam etti: Var gücümle “Bey‘atürrıdvân’da bulunan sahâbîler! Neredesiniz?” diye bağırdım. Vallahi onların sesimi duydukları zaman Peygamber’e doğru dönüp gelişleri, bir ineğin yavrusuna doğru şefkatle gelişi gibiydi. “Lebbeyk! Lebbeyk! (Emret! Emret!)” diyerek kâfirlerle vuruştular. Ensarı savaşa çağırırken “Ey ensar topluluğu! Ey ensar topluluğu!” diye sesleniyorlardı. Daha sonra da sadece Hâris b. Hazrecoğullarından yardım istendi. Bu sırada Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- katırın üzerinde ileri doğru uzanmış vaziyette onların çarpışmalarına bakarken “İşte çarpışmanın kızıştığı zaman!” buyurdu. Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yerden birkaç çakıl taşı alıp kâfirlerin yüzüne doğru fırlattı. Ardından da: “Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” dedi. Ben savaşanlara bakmaya gittim. Gördüğüm kadarıyla savaş başladığı gibi devam ediyordu. Vallahi Peygamber’in, kâfirlere taşları fırlatmasından sonra, güçlerinin gittikçe zayıfladığını ve işlerinin tersine döndüğünü gördüm.
Ebu’l-Fazl Abbâs b. Abdulmuttalib -radıyallahu anh- şöyle dedi: Huneyn Gazvesi’nde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber bulundum. Müslümanlarla kafirler karşılaştı ve aralarında şiddetli bir çarpışma oldu. Bazı müslümanlar gerilemeye başladı. Bu sırada Rasûlullah katırını ayaklarıyla dürterek durmadan kâfirlerin üzerine sürüyordu. Ben katırın geminden tutmuş kafirlere doğru hızlıca gitmesine engel olmaya çalışıyordum. Ebû Süfyân ise Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in katırının özengisine yapışmıştı. Bu sırada Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Ey Abbâs! Semura Ashabına hicretin altıncı senesi Hudeybiye günü ağaçın altında biat edenlere seslen!” buyurdu. -Abbâs gür sesli bir adamdı-: Var gücümle “Bey‘atürrıdvân’da bulunan sahâbîler! Ağaçın altındaki vermiş olduğunuz sözü, bunun getireceği semeresini unutmayın diye bağırdım. Vallahi onların sesimi duydukları zaman Peygamber’e doğru dönüp gelişleri, bir ineğin yavrusuna kaybettikten sonra bulduğunda gelişi gibiydi. Hep bir ağızdan yada teker teker “Lebbeyk! Lebbeyk! (Emret! Emret!)”diyorlardı. Müslümanlar ve kafirler savaştılar. Ensarı savaşa çağırırken “Ey ensar topluluğu! Ey ensar topluluğu!” diye sesleniyorlardı. Daha sonra da sadece Hâris b. Hazrecoğullarından yardım istendi. Ey Hârisoğulları diye seslenildi. Onlar büyük bir kabileydi. Bu sırada Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- katırın üzerinde ileri doğru uzanmış vaziyette onların çarpışmalarına bakarken “İşte çarpışmanın kızıştığı zaman!” buyurdu. Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yerden birkaç çakıl taşı alıp kâfirlerin yüzüne doğru fırlattı. Ardından da iyimserlik yada haber vererek: “Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” dedi. Ben savaşanlara bakmaya gittim. Gördüğüm kadarıyla savaş başladığı gibi devam ediyordu. Vallahi Peygamber’in, kâfirlere taşları fırlatmasından sonra, güçlerinin gittikçe zayıfladığını ve işlerinin tersine döndüğünü gördüm.