Sade Yaşamak Tavsiye Edilmiştir Şimdi Bilâl b. Ebu Hadrad tarafından rivayet edilen şu hadisi okuyalım. Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) buyuruyor ki: “Sade yaşayınız, giyimde ve yemekte sadeliği tercih ediniz. Yaya ve yalınayak yürüyünüz.” (El-Aclûnî, Keşf El-Hafa'da: “Hadisi, Taberâni büyük mecmuasında (Mecmu El-Kübra), İbn Şahin El-Sahabe'de Ebuşeyh ve Ebu Nuaym da El-Marife'de rivayet ettiler, dedi. “Hadisi anlatıyor ve ekliyor: “El Beğavi Mu'cem El-Sahabe'de tahriç ediyor hadisi”. Bkz. Keşf El-Hafa ve Müzil El-İlbas, c. 1, s. 378, H. No: 1018. İbn Hacer hadisin ravisi Ka'ka'a bin Hedred'in biyografisine El-İsabe adlı eserinde değiniyor. Bu raviden Begavî, İbn Şahin ve Taberâni hadis almışlardır. Bak. El-İsabe, c. 3, s. 239.) (Bilâl b. Ebu Hadrad; Bu sahabi'nin kimliği hakkında her hangi bir bilgiye rastlıyamadık. Ancak, El-Aclûnî Keşf El-Hafa'da, Ebu Nuaymin bu hadisi Ka'ka'a b. Ebi Hedred'den tahriç ettiğini anlatıyor. Bkz. Keşf El-Hâfa, c. 1, s. 378; El-İsâbe, c. 3, s. 239.) Bu hadis halife Hz. Ömer'den işitilmiş, hatta onun bir yazısı ile o günün müslümanlarına tebliğ edilmiştir. İnşallah ilerde hulefa-i raşidin döneminden bahsederken bu meseleyi ele alacağız. Öte yandan Tirmizî'nin, Amr b. Şuayb'a, onun da babasına ve babasının da dedesine dayanarak anlattığına göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim bizim dışımızdakilere benzerse, özenirse bizden değildir. Sakın Yahudilere ve hristiyanlara benzemeyiniz, özenmeyiniz. Yahudiler parmakları ile işaret ederek hrıstiyanlarda avuç içleri ile işaret ederek selâmlaşırlar.” (Hadisi rivayet eden Tirmizî, naklettikten sonra şöyle diyor: “Bu hadisin isnadı, zayıftır. “Bkz. Sünen El-Tirmizî, Kitab El-İst'izan, Elle İşaret Ederek Selam Vermenin Kerahati Babı, H. No: 2695, c. 5, s. 56-67. Müellif burada hadisin zayıf olmasına karşın, Savı destekler nitelikte her hangi bir görüşün olmadığını açıklıyor.) Gerçi bu hadis zayıftır, ama daha önce gördüğümüz ve sağlam olan: “Kim bir kavme benzer, özenirse onlardan olur” şeklindeki hadisle aynı anlamdadır. Bu yüzden Ahmed b. Hanbel'e ve daha bir kaç alime göre bu hadise dayanılabilir. Öteyandan Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre bir gün Peygamberimizle sahabilerden Rukâne ile güreş tutmuş ve Rasûlüllah, Rûkâneyi yenmişti. İşte bu Rûkâne'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz: “Bizimle müşrikler arasındaki fark, feslerimiz üzerine sarık sarmamızdır.” buyurmuştur. (Ebu Davud, Kitab El-Libas, Sarık Babı, H. No: 4078, c. 4, s. 340-341.) (Rukâne; Büyük Sahabi'dir. Adı, Rükane b. Abdi yezid b. Haşim b. Abdulmuttalib El-Kuraşi'dir. Rasûlüllah'ın iki ya da üç kez güreş tuttuğu, üçüncüde yenilgiye uğrattığı kişidir. Kureyş oymağının en azılılarından idi. Mekke'nin fethi sırasında Müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu. Daha sonra Medine'ye yerleşti. Rasûlüllah'dan bir takım hadisler rivayet etti. Osman'ın Hilafeti sırasında öldü (h. 42). Esed El-Ğabe, c. 2, s. 187-188.) Bu hadisten açıkça anlaşılıyor ki, müslüman ile müşrikin kılık yönünden biribirinden farklı olması şeriat koyucunun (Rasûlüllah'ın) istediği bir şeydir. Bu hadisin üslubu: “Helal ile haram arasındaki ayırım çizgisi def çalmak ve şarkı söylemektir.” hadisinin üslubuna benziyor. (Sünen El Tirmizî, Kitab El-Nikah, Muhammed bin Hatab El-Cehmî'nin, Nikahın duyurulması konusunda Peygamber'den rivayet ettiği hadis bab, H. No: 1088, c. 3, s. 398. Tirmizî: .”Muhammed b. Hatab'ın bu hadisi “hasen” dir” diyor, Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 418, c. 4, s. 77; İbn Mace, Kitab El-Nikah, Nikahın Duyurulması Babı, H. No: 1896, c. 1, s. 611; Nesaî, Kitab El-Nikah, Ses Ve Tefle Nikahı Duyurma Babı, Cüz. 6, s. 127.) Burada Peygamberimizin görünüş bakımından, farklı olmayı istediği açıktır. Çünkü sarık olmasa da inanç ve amel yönünden farklılık meydana gelir. Eğer maksad görünüş bakımından farklı olmayı sağlamak olmasaydı, bunun hiç bir yararı olmazdı. Yerine gelmişken şunu da belirtelim ki, kadınlarla erkeklerin yapısal olarak olduğu gibi görünüş bakımından da birbirlerinden farklı olmaları istendiği için Peygamberimiz hem erkeklere özenen kadınları ve hem de kadınlara özenen erkekleri lanetlemiş ve kadınsı davranışlı erkekleri karşı cinse benzemeye çalıştıklarından ötürü kınamıştır. (Buhari, İbn Abbas'tan şu hadisi naklediyor: “Peygamber, kadınsı davranan erkeklere, erkeksi davranan kadınlara lanet etti.” ve ardından “bu tür davrananları evlerinizden (sanırım bu ifadeyle evden çok şehir, ülke, kasdedilmektedir A.K.) çıkarın.” buyurdu. Ravi, Rasûlüllah falancayı, Ömer falancayı çıkardı diyor. Kitab El-Libas, Kadınlara Özenen Erkekleri Evlerden Kovma Babı, H. No: 5886, Feth El-Bari, c. 10, s. 333. Bu davranışı yasaklayan hadisler diğer sahih kitaplarının hemen hepsinde var. Her biri değişik bablar altında naklediyorlar.) Müslüman olmayanlara benzememek için gösterilen titizliği şu olaydan kolayca anlayabiliriz. Sahabilerden Abdullah b. Abbas'ın belirttiğine göre Aşure günü (Muharrem ayının onuncu günü) oruç tutan ve sahabilere de o gün oruç tutmalarını emreden Peygamberimize sahabiler: “Ya Rasûlüllah, bu gün yahudiler ile hristiyanların kutsal saydıkları bir gündür” denince Rasûlüllah kendilerine: “O halde inşallah gelecek yıl Muharremin onuncu günü ile birlikte dokuzuncu günü de oruç tutarız” buyurdu. Fakat Abdullah b. Abbas'ın, Müslim'de yer alan bu ifadesine göre: “Peygamberimiz bir sonraki yılın aynı günlerine yetişemeden vefat etmiştir.” Nitekim Ahmed b. Hanbel'in, bizzat İbn-i Abbas'dan rivayet ettiğine göre Pegyamber Efendimiz bu konu ile ilgili başka bir hadisinde: “Aşure günü oruç tutunuz. Fakat bu konuda yahudiler gibi olmamak için Aşure'den bir gün önce bir gün sonra da oruç tutunuz.” buyurmuştur. (Müsned-i İmam Ahmed, c. 1, s. 241, İbn Abbas'a dayanarak.) Şimdi düşünelim. Söz konusu olan faziletli Aşure günüdür. Bu günün orucu, geride bırakılan yılın tüm günahlarını siliyor. Peygamberimiz bu gün oruç tutmuş, sahabilere de bu günün orucunu emretmiş, hatta bu konuda teşvik edici sözler söylemiştir. Fakat vefatından az önce kendisine bu günün yahudiler ve hristiyanlar arasında kutsal sayıldığı bildirilince hemen müslümanlara, yahudi ve hristiyanlardan bu konuda farklı olabilmek için bir gün daha fazla oruç tutmalarını emretmiş ve kendisi de gelecek yıl öyle yapmayı kararlaştırmıştır. Nitekim aralarında Ahmed. b. Hanbel'in de bulunduğu epeyce sayıda alim Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu (aşure) günleri oruç tutmayı buna dayanarak müstehap saymışlar ve sahabiler de Aşure'ye bir gün daha ekleyerek oruç tutmayı Peygamberimizin belirttiği başkalarına benzememe gerekçesine bağlamışlardır. Örnek verecek olursak Buharî'nin Said b. Mansur'a dayanarak belirttiğine göre sahabilerden İbn-i Abbas: “Muharremin dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutunuz, yahudilere ters düşünüz” demiştir. Ayrıca Buharı ile Müslim'in, Hz. Ömer'e dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Biz ümmî (okuma-yazmasız) bir ümmetiz, ayları şöyle şöyle yani birini yirmi dokuz ve öbürünü otuz gün olarak- yazıp hesap edemeyiz.” (Sahih El-Buhari KitabEl-Savm, Peygamberin “yazamayız, hesaplayamayız” sözü babı, H. No: 1913, Feth El-Bari, c. 4, s. 136; Sahihi Müslim, Kitab El-Sıyam, Ayı Görür Görmez Hemen Oruca Başlamanın Gerekliliği Babı, H. No: 1080, c. 2, s. 761.) Görüldüğü gibi Peygamberimiz diğer ümmetlerin yaptıkları gibi bu ümmetin ibadet vakitleri ile bayramlarını yazarak ve hesap ederek belirlememelerini ve ümmetin özelliklerinden biri sayarak bu işi ayı görme usûlüne havale etmiştir. Nitekim başka bir hadiste Ramazan orucu ile ilgili olarak: “Ayı görünce oruç tutunuz ve (bir sonraki) ayı görünce oruca son veriniz.” (Buhari-Müslim ve diğer bilinen, ünlü sünnet kitapları bu hadisi kaydediyorlar. Bkz. Buhari, Kitab El-Savm, Peygamberin: “ayı görünce oruç tutun bir diğerini görünce iftar edin (orucunuzu açın-bayram edin)” Hadisi Babı, Hadis No: 1909, Feth El-Bâri, c. 4, s. 119; S. Müslim-Kitab El-Savm, Hilal Görüldüğünde Ramazan Orucuna Başlamanın Gerekliliği Babı, H. No: 1080, c. 2, s. 759.) Bir başka rivayete göre de: “Bir hilâlden öbür hilâle kadar oruç tutunuz” buyuruyor. (Süyûtî, El-Camî El-Sağir, c. 2, s. 103. Taberanî, El-Kebiri'inde kaydettiğine göre, hadis hasendir.) Peygamberimizin bu hadisi son dönemin icma-i ümmete ters düşen bir kaç alimi dışındaki tüm İslam alimlerinin görüş birliği halinde benimsedikleri bir prensibi isbatlıyor. Bu prensip de şudur: Oruç, bayram ve hacc vakitleri ayı görmeye dayanarak belirlenir, yoksa Bizanslıların, acemlerin, eski mısırlıların, hindlilerin, yahudilerin ve hristiyanların yapmış oldukları gibi yazıp hesap ederek tespit edilmez. Zaten önemli sayıda alimin belirttiğine göre bizden önceki kitab ehline de oruç ve ibadet vakitlerinin belirlenmesinde ayı görmeye dayanmaları emredilmişti. Onlara göre bunun delili Kur'an-ı Kerim'deki şu ayettir. Cenab-ı Allah (c.c.) oruç hakkında şöyle buyuruyor: “Ey müminler, sizden öncekilere olduğu gibi size de oruç yazıldı.” (Bakara: 183) Fakat kitab ehli bu metodu değiştirdi. Bu yüzden Peygamberimiz Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamayı yasaklamıştır. (Konuyla ilgili Buhari-Müslim, Ebu Hureyre'den hadisi tahriç ediyor. Rasûlüllah buyurdu: “Sizden birisi, Ramazandan bir iki gün önce oruç tutarak Ramazan'ı karşılamasın. Ancak, daha önceden oruçluysa orucuna devam etsin.” Bu sözcükler Buhari'ye aittir. Ramazandan Önce Bir Veya iki Gün Oruç Tutarak Ramazanı Karşılamayın Hadisi Babı, H. No: 1914, Feth El-bari, c. 4, s. 127-128. Müslim'in hadisinde bazı sözcükler farklı, Bkz. S. Müslim, Kitab El-Sıyam, Bir iki Gün Önce Oruç Tutarak Ramazanı Karşılamayın Babı, H. No: 1082, c. 2, s. 762. Hadisi, diğer Sahih, Sünen ve Müsned sahipleri de rivayet ettiler.) Fıkıh bilginleri bu yasağın gerekçesi olarak hristiyanların yaptığı gibi farz olan oruca fazladan ekleme yapılması tehlikesini belirtmişlerdir. Bilindiği gibi hristiyanlar kendilerine farz kılınan orucun gün sayısına ilâve yaparak onu kışla yaz mevsimi arasına koymuşlar ve ayrıca bunun zamanı belirlemeyi hesaplama metoduna bağlamışlardır. Peygamberimizin bu hadisi yabancıların bayramlarını benimsemenin yasaklığının delili olarak gösterilebilir. Çünkü onların bayramları yazı ve hesaplama yolu ile belirlenir. Fakat hadis genel ifadelidir. Yahud şöyle denebilir: Allah'ın ve Rasûlüllah'ın koyduğu bayramlarda hesaplama metoduna başvurmamız yasaklandığına göre doğrudan doğruya yabancılara mahsus olan bayram ve törenlerde bu metodu kullanmak öncelikle ve haydi haydi yasak olacaktır. Çünkü bu metodun benimsenmesi, bu ümmî (okuma-yazmasız) ümmetin diğer ümmetlere benzemesine yolaçar. Sözün kısası, bu hadis bu ümmetin, kendisini diğer ümmetlerden ayıracak niteliklerinin olmasını gerektirir. Bu ayırıcı özellikleri koruyabilmenin eri kestirme yolu da diğer ümmetlere benzemekten kaçınmaktır. Öteyandan Buhari ile Müslim'in Humeyd b. Abdurrahman'a dayanarak bildirdiğine göre Muaviye bir hacc mevsiminde Medine mescidinin minberine çıktı ve muhafızlarından birinin elinde bulunan bir tutam kadın saçını eline alarak: “Ey Medineliler, nerede alimleriniz? Ben Peygamberimizin böyle bir şeyi yasakladığını ve bu konuda -israiloğulları, kadınları böyle bir adet edinince helak oldular- dediğini işitmiştim” diye konuştu. (Hadis Buhari, Müslim ve diğer muteber hadis kitaplarında rivayet edilmektedir. Müslim'in s. 114'de naklettiği bu hadisi Buhari, yukarda geçen sözel dizimiyle Kitab El-Libas, Takma Saç Kullanma Babı H. No: 5932, c. 10, s. 373, Feth El-Bari'de kaydediyor.) (Humeyd b. Abdurrahman b. Avf b. Abdi El-Haris b. Zühre El-Kuraî adındaki bu ravi. (hadis anlatıcısı) üçüncü kuşak Medine'li Tabiilerdendir. Güvenilirdir. 105'de.öldü. İbn Sa'd h. 95'de 73 yaşında iken öldüğünü söylüyor. Bkz. îbn Sa'd Tabakat El-Kübra, c. 5, s. 153-154; Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 203, biy. 603.) Buharî'nin Said b. Müseyyeb'e dayanarak bildirdiğine göre de bir gün Muaviye bu konuda: “Çirkin bir süslenme modası edindiniz Peygamberimiz zur, yani takma saç kullanmayı yasaklamıştı” dedikten sonra oradakilerden biri ucunda birtutam saç bulunan birdeğnek getirdi. Muaviye ucunda bir tutam saç bulunan bu değeneği göstererek “işte zur budur” dedi. (Müslim Sahih'inde her iki rivayeti de Buhari'nin Humeyd b. Abdurrahman'dan naklettiği hadisle birlikte, İbn Müseyyeb'den naklediyor. Bkz. Müslim, Kitab El-Iibas Ve El-Zine, Takma Saç Kullanmanın Haram olması Babı, H. No: 2127, c. 3, s. 1679. Müslim'in kaydettiği bütün rivayetler müellifinkinin aynıdır.) Tefsirci Katade'nin açıkladığına göre “Zur, kadınların saçlarını gür göstermek için kullandıkları kesik saç kümeleridir.” Yine Buharî'de yer aldığına göre İbn-i Müsey-yeb bu konuda şöyle diyor; “Bir defasında Muaviye medine'ye gelerek bize hitap etti. Bu konuşması sırasında bir tutam saç çakarıp göstererek -Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin yaptığını görmedim. Peygamberimiz bunu görünce ona zur adını vermişti” dedi. Görüldüğü gibi Peygamberimiz takma saç modasını görünce ümmetini böyle bir modayı benimsememeye çağırarak “İsrailoğulları, kadınları böyle bir modayı benimseyince helak oldular” buyuruyor. Yine bu yüzden Muaviye de bu konuda “Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin uyguladığını görmedim” diyor. Çünkü yahudiler arasında yaygın olup da, müslümanlar tarafından benimsenmeyen modalar ya onların azaba çarpılmalarına yolaçan, veya böyle olması muhtemel olan, ve anlaşılmadığı takdirde azaba çarpılmalarının gerekçelerinden kesinlikle uzak kalınabilen adetlerdir. Özellikle söz konusu adetin azaba çarpılan davranışlardan olup olmadığı ayırdedilmeyince bu ihtiyatlı tutum daha büyük önem kazanır. Sebebine gelince bu durumda kaçınılması gereken davranışları ile diğerleri birbirine karıştırılabilir. O halde onların bütün adetlerinden uzak durmak gerekir. Tıpkı onların verdikleri haberlerin doğrusu ile yalanı biribirine karışık olduğu için verdikleri hiç bir habere kulak aşılmaması gerektiği gibi. Diğer yandan Ebu Davud'da yer aldığına göre Abdullah b. Ömer diyor ki; “Peygamberimiz -veya Hz. Ömer- şöyle buyuruyor: “İçinizden birinizin (biri belden aşağısı ve öbürü belden yukarısı için olmak üzere) iki parça elbisesi varsa bu iki parçayı giyerek namaz kılsın. Eğer bir tek parça elbisesi varsa bununla belinden aşağısını örtsün, onu yahudiler gibi belden yukarısına sarmasın.” (Sünen Ebi Davud, Kitab El-Salat, Elbise Dar olduğunda Belden Aşağısını Örtme Babı, H. no: 635, c. 1, s. 418, Hutâbi: istimal El-Yahudi'yi, elbisesiz kimsenin yalnız belden üstüne attığı şal, olarak açıklıyor. Bkz. Mealim el-Sünen Fi Hâmiş-i Sünen Ebi Davud, c. 1, s. 417.) Peygamberimiz yine bu konuda sahabilerden Cabir'in bildirdiğine göre: “Eğer dar bir tek parça elbise varsa bununla belden yukarısının değil, belden aşağısının örtülmesini” emretmiştir. (S. Müslim, Kitab El-Libas, H. No: 2099, c. 3, s. 1661; S. Buharî, Kitab El-Libas, Bab: 20-21, H. No: 5819.... 5822, Feth El-Bari, c. 10, s. 278-279; Sünen Ebî Davud, Kitab El-Salat, Elbise Dar Olduğunda, Babı, H. No: 634, c. 1, s. 417.) Fıkıh alimlerinin ortak görüşü de budur. Fakat Ahmed b. Hanbel'den bu meselede iki görüş nakledilmiştir. Burada bizim üzerinde durduğumuz asıl nokta Peygamberimizin tek parçalık elbisenin varlığı halinde “Bununla yahudiler gibi belden yukarısının örtülmemesini” belirtmesidir. Çünkü yasağın yahudilerle irtibatlandırılmış olması, yukardan beri ısrarla vurguladığımız gibi, yasaklamada bu faktörün etkili olduğunu gösteriyor. Şimdi de bu kitabın baş taraflarında yer vermemiz gerektiği halde ancak şimdi ele aldığımız şu ayeti okuyalım: “Müminlerin kalblerinin Allah'ın zikri ve haktan inen gerçekle korkup yumuşamasının zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitab verilip de sonra üzerinden uzun zaman geçerek kalbleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıktırlar.” (Hadid: 16) Cenab-ı Allah'ın buradaki: “Onlar daha önce kendilerine kitab verilenler gibi olmasınlar” buyruğu özellikle “onlara” kalblerinin katılaşması bakımından benzemeyi yasaklamakla birlikte genel olarak mutlak anlamda benzememeyi gerektirir. Çünkü kalb katılığı günahların sonucudur. Cenab-ı Allah, Kur'anın bir çok yerinde yahudileri bu özellikleri ile niteliyor. Bu ayetlerden biri şudur: “Onun için, ineğin bir parçası ile öldürülene vurunuz, demiştik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir, size ayetlerini gösterir ki, ola ki düşünürsünüz. Bütün bunları gördükten sonra kalbleriniz taş gibi ve belki daha da katılaştı. Çünkü bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar, bazıları da vardır ki yarılıp içlerinden sular kaynar, öyle taşlar da vardır ki, Allah korkusu ile dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.” (Bakara: 73-74) Yahudilerin bu niteliklerini belirten bir başka ayet de şöyledir: “Allah israiloğullarından söz almıştı ve kendi aralarından on iki gözcü belirledik. Allah onlara demişti ki; “Eğer namaz kılar zekât verir, size gönderdiğim peygamberlerime inanır, kendilerini destekler ve Allah'a güzel borç verirseniz (Allah için yoksullara yardım eder veya Allah için sıkıntıda olanlara faizsiz ödünç para verirseniz) sizinle beraber olur, kesinlikle günahlarınızı siler ve sizleri altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra aranızdan kim gerçeği inkâr ederse doğru yoldan sapıtmış olur. Fakat vermiş oldukları sözü bozdukları, tutmadıkları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar, uyarıldıkları konulardan payalmayı unuttular. Onlardan sürekli olarak hiyanet görürsün. Böyle olmayanları çok azdır. Onları affet, kusurlarına bakma. Çünkü Allah iyilik edenleri sever.” (Maide: 13-14)
التفاصيل
Sade Yaşamak Tavsiye Edilmiştir Şimdi Bilâl b. Ebu Hadrad tarafından rivayet edilen şu hadisi okuyalım. Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) buyuruyor ki: “Sade yaşayınız, giyimde ve yemekte sadeliği tercih ediniz. Yaya ve yalınayak yürüyünüz.” (El-Aclûnî, Keşf El-Hafa'da: “Hadisi, Taberâni büyük mecmuasında (Mecmu El-Kübra), İbn Şahin El-Sahabe'de Ebuşeyh ve Ebu Nuaym da El-Marife'de rivayet ettiler, dedi. “Hadisi anlatıyor ve ekliyor: “El Beğavi Mu'cem El-Sahabe'de tahriç ediyor hadisi”. Bkz. Keşf El-Hafa ve Müzil El-İlbas, c. 1, s. 378, H. No: 1018. İbn Hacer hadisin ravisi Ka'ka'a bin Hedred'in biyografisine El-İsabe adlı eserinde değiniyor. Bu raviden Begavî, İbn Şahin ve Taberâni hadis almışlardır. Bak. El-İsabe, c. 3, s. 239.) (Bilâl b. Ebu Hadrad; Bu sahabi'nin kimliği hakkında her hangi bir bilgiye rastlıyamadık. Ancak, El-Aclûnî Keşf El-Hafa'da, Ebu Nuaymin bu hadisi Ka'ka'a b. Ebi Hedred'den tahriç ettiğini anlatıyor. Bkz. Keşf El-Hâfa, c. 1, s. 378; El-İsâbe, c. 3, s. 239.) Bu hadis halife Hz. Ömer'den işitilmiş, hatta onun bir yazısı ile o günün müslümanlarına tebliğ edilmiştir. İnşallah ilerde hulefa-i raşidin döneminden bahsederken bu meseleyi ele alacağız. Öte yandan Tirmizî'nin, Amr b. Şuayb'a, onun da babasına ve babasının da dedesine dayanarak anlattığına göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim bizim dışımızdakilere benzerse, özenirse bizden değildir. Sakın Yahudilere ve hristiyanlara benzemeyiniz, özenmeyiniz. Yahudiler parmakları ile işaret ederek hrıstiyanlarda avuç içleri ile işaret ederek selâmlaşırlar.” (Hadisi rivayet eden Tirmizî, naklettikten sonra şöyle diyor: “Bu hadisin isnadı, zayıftır. “Bkz. Sünen El-Tirmizî, Kitab El-İst'izan, Elle İşaret Ederek Selam Vermenin Kerahati Babı, H. No: 2695, c. 5, s. 56-67. Müellif burada hadisin zayıf olmasına karşın, Savı destekler nitelikte her hangi bir görüşün olmadığını açıklıyor.) Gerçi bu hadis zayıftır, ama daha önce gördüğümüz ve sağlam olan: “Kim bir kavme benzer, özenirse onlardan olur” şeklindeki hadisle aynı anlamdadır. Bu yüzden Ahmed b. Hanbel'e ve daha bir kaç alime göre bu hadise dayanılabilir. Öteyandan Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre bir gün Peygamberimizle sahabilerden Rukâne ile güreş tutmuş ve Rasûlüllah, Rûkâneyi yenmişti. İşte bu Rûkâne'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz: “Bizimle müşrikler arasındaki fark, feslerimiz üzerine sarık sarmamızdır.” buyurmuştur. (Ebu Davud, Kitab El-Libas, Sarık Babı, H. No: 4078, c. 4, s. 340-341.) (Rukâne; Büyük Sahabi'dir. Adı, Rükane b. Abdi yezid b. Haşim b. Abdulmuttalib El-Kuraşi'dir. Rasûlüllah'ın iki ya da üç kez güreş tuttuğu, üçüncüde yenilgiye uğrattığı kişidir. Kureyş oymağının en azılılarından idi. Mekke'nin fethi sırasında Müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu. Daha sonra Medine'ye yerleşti. Rasûlüllah'dan bir takım hadisler rivayet etti. Osman'ın Hilafeti sırasında öldü (h. 42). Esed El-Ğabe, c. 2, s. 187-188.) Bu hadisten açıkça anlaşılıyor ki, müslüman ile müşrikin kılık yönünden biribirinden farklı olması şeriat koyucunun (Rasûlüllah'ın) istediği bir şeydir. Bu hadisin üslubu: “Helal ile haram arasındaki ayırım çizgisi def çalmak ve şarkı söylemektir.” hadisinin üslubuna benziyor. (Sünen El Tirmizî, Kitab El-Nikah, Muhammed bin Hatab El-Cehmî'nin, Nikahın duyurulması konusunda Peygamber'den rivayet ettiği hadis bab, H. No: 1088, c. 3, s. 398. Tirmizî: .”Muhammed b. Hatab'ın bu hadisi “hasen” dir” diyor, Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 418, c. 4, s. 77; İbn Mace, Kitab El-Nikah, Nikahın Duyurulması Babı, H. No: 1896, c. 1, s. 611; Nesaî, Kitab El-Nikah, Ses Ve Tefle Nikahı Duyurma Babı, Cüz. 6, s. 127.) Burada Peygamberimizin görünüş bakımından, farklı olmayı istediği açıktır. Çünkü sarık olmasa da inanç ve amel yönünden farklılık meydana gelir. Eğer maksad görünüş bakımından farklı olmayı sağlamak olmasaydı, bunun hiç bir yararı olmazdı. Yerine gelmişken şunu da belirtelim ki, kadınlarla erkeklerin yapısal olarak olduğu gibi görünüş bakımından da birbirlerinden farklı olmaları istendiği için Peygamberimiz hem erkeklere özenen kadınları ve hem de kadınlara özenen erkekleri lanetlemiş ve kadınsı davranışlı erkekleri karşı cinse benzemeye çalıştıklarından ötürü kınamıştır. (Buhari, İbn Abbas'tan şu hadisi naklediyor: “Peygamber, kadınsı davranan erkeklere, erkeksi davranan kadınlara lanet etti.” ve ardından “bu tür davrananları evlerinizden (sanırım bu ifadeyle evden çok şehir, ülke, kasdedilmektedir A.K.) çıkarın.” buyurdu. Ravi, Rasûlüllah falancayı, Ömer falancayı çıkardı diyor. Kitab El-Libas, Kadınlara Özenen Erkekleri Evlerden Kovma Babı, H. No: 5886, Feth El-Bari, c. 10, s. 333. Bu davranışı yasaklayan hadisler diğer sahih kitaplarının hemen hepsinde var. Her biri değişik bablar altında naklediyorlar.) Müslüman olmayanlara benzememek için gösterilen titizliği şu olaydan kolayca anlayabiliriz. Sahabilerden Abdullah b. Abbas'ın belirttiğine göre Aşure günü (Muharrem ayının onuncu günü) oruç tutan ve sahabilere de o gün oruç tutmalarını emreden Peygamberimize sahabiler: “Ya Rasûlüllah, bu gün yahudiler ile hristiyanların kutsal saydıkları bir gündür” denince Rasûlüllah kendilerine: “O halde inşallah gelecek yıl Muharremin onuncu günü ile birlikte dokuzuncu günü de oruç tutarız” buyurdu. Fakat Abdullah b. Abbas'ın, Müslim'de yer alan bu ifadesine göre: “Peygamberimiz bir sonraki yılın aynı günlerine yetişemeden vefat etmiştir.” Nitekim Ahmed b. Hanbel'in, bizzat İbn-i Abbas'dan rivayet ettiğine göre Pegyamber Efendimiz bu konu ile ilgili başka bir hadisinde: “Aşure günü oruç tutunuz. Fakat bu konuda yahudiler gibi olmamak için Aşure'den bir gün önce bir gün sonra da oruç tutunuz.” buyurmuştur. (Müsned-i İmam Ahmed, c. 1, s. 241, İbn Abbas'a dayanarak.) Şimdi düşünelim. Söz konusu olan faziletli Aşure günüdür. Bu günün orucu, geride bırakılan yılın tüm günahlarını siliyor. Peygamberimiz bu gün oruç tutmuş, sahabilere de bu günün orucunu emretmiş, hatta bu konuda teşvik edici sözler söylemiştir. Fakat vefatından az önce kendisine bu günün yahudiler ve hristiyanlar arasında kutsal sayıldığı bildirilince hemen müslümanlara, yahudi ve hristiyanlardan bu konuda farklı olabilmek için bir gün daha fazla oruç tutmalarını emretmiş ve kendisi de gelecek yıl öyle yapmayı kararlaştırmıştır. Nitekim aralarında Ahmed. b. Hanbel'in de bulunduğu epeyce sayıda alim Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu (aşure) günleri oruç tutmayı buna dayanarak müstehap saymışlar ve sahabiler de Aşure'ye bir gün daha ekleyerek oruç tutmayı Peygamberimizin belirttiği başkalarına benzememe gerekçesine bağlamışlardır. Örnek verecek olursak Buharî'nin Said b. Mansur'a dayanarak belirttiğine göre sahabilerden İbn-i Abbas: “Muharremin dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutunuz, yahudilere ters düşünüz” demiştir. Ayrıca Buharı ile Müslim'in, Hz. Ömer'e dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Biz ümmî (okuma-yazmasız) bir ümmetiz, ayları şöyle şöyle yani birini yirmi dokuz ve öbürünü otuz gün olarak- yazıp hesap edemeyiz.” (Sahih El-Buhari KitabEl-Savm, Peygamberin “yazamayız, hesaplayamayız” sözü babı, H. No: 1913, Feth El-Bari, c. 4, s. 136; Sahihi Müslim, Kitab El-Sıyam, Ayı Görür Görmez Hemen Oruca Başlamanın Gerekliliği Babı, H. No: 1080, c. 2, s. 761.) Görüldüğü gibi Peygamberimiz diğer ümmetlerin yaptıkları gibi bu ümmetin ibadet vakitleri ile bayramlarını yazarak ve hesap ederek belirlememelerini ve ümmetin özelliklerinden biri sayarak bu işi ayı görme usûlüne havale etmiştir. Nitekim başka bir hadiste Ramazan orucu ile ilgili olarak: “Ayı görünce oruç tutunuz ve (bir sonraki) ayı görünce oruca son veriniz.” (Buhari-Müslim ve diğer bilinen, ünlü sünnet kitapları bu hadisi kaydediyorlar. Bkz. Buhari, Kitab El-Savm, Peygamberin: “ayı görünce oruç tutun bir diğerini görünce iftar edin (orucunuzu açın-bayram edin)” Hadisi Babı, Hadis No: 1909, Feth El-Bâri, c. 4, s. 119; S. Müslim-Kitab El-Savm, Hilal Görüldüğünde Ramazan Orucuna Başlamanın Gerekliliği Babı, H. No: 1080, c. 2, s. 759.) Bir başka rivayete göre de: “Bir hilâlden öbür hilâle kadar oruç tutunuz” buyuruyor. (Süyûtî, El-Camî El-Sağir, c. 2, s. 103. Taberanî, El-Kebiri'inde kaydettiğine göre, hadis hasendir.) Peygamberimizin bu hadisi son dönemin icma-i ümmete ters düşen bir kaç alimi dışındaki tüm İslam alimlerinin görüş birliği halinde benimsedikleri bir prensibi isbatlıyor. Bu prensip de şudur: Oruç, bayram ve hacc vakitleri ayı görmeye dayanarak belirlenir, yoksa Bizanslıların, acemlerin, eski mısırlıların, hindlilerin, yahudilerin ve hristiyanların yapmış oldukları gibi yazıp hesap ederek tespit edilmez. Zaten önemli sayıda alimin belirttiğine göre bizden önceki kitab ehline de oruç ve ibadet vakitlerinin belirlenmesinde ayı görmeye dayanmaları emredilmişti. Onlara göre bunun delili Kur'an-ı Kerim'deki şu ayettir. Cenab-ı Allah (c.c.) oruç hakkında şöyle buyuruyor: “Ey müminler, sizden öncekilere olduğu gibi size de oruç yazıldı.” (Bakara: 183) Fakat kitab ehli bu metodu değiştirdi. Bu yüzden Peygamberimiz Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamayı yasaklamıştır. (Konuyla ilgili Buhari-Müslim, Ebu Hureyre'den hadisi tahriç ediyor. Rasûlüllah buyurdu: “Sizden birisi, Ramazandan bir iki gün önce oruç tutarak Ramazan'ı karşılamasın. Ancak, daha önceden oruçluysa orucuna devam etsin.” Bu sözcükler Buhari'ye aittir. Ramazandan Önce Bir Veya iki Gün Oruç Tutarak Ramazanı Karşılamayın Hadisi Babı, H. No: 1914, Feth El-bari, c. 4, s. 127-128. Müslim'in hadisinde bazı sözcükler farklı, Bkz. S. Müslim, Kitab El-Sıyam, Bir iki Gün Önce Oruç Tutarak Ramazanı Karşılamayın Babı, H. No: 1082, c. 2, s. 762. Hadisi, diğer Sahih, Sünen ve Müsned sahipleri de rivayet ettiler.) Fıkıh bilginleri bu yasağın gerekçesi olarak hristiyanların yaptığı gibi farz olan oruca fazladan ekleme yapılması tehlikesini belirtmişlerdir. Bilindiği gibi hristiyanlar kendilerine farz kılınan orucun gün sayısına ilâve yaparak onu kışla yaz mevsimi arasına koymuşlar ve ayrıca bunun zamanı belirlemeyi hesaplama metoduna bağlamışlardır. Peygamberimizin bu hadisi yabancıların bayramlarını benimsemenin yasaklığının delili olarak gösterilebilir. Çünkü onların bayramları yazı ve hesaplama yolu ile belirlenir. Fakat hadis genel ifadelidir. Yahud şöyle denebilir: Allah'ın ve Rasûlüllah'ın koyduğu bayramlarda hesaplama metoduna başvurmamız yasaklandığına göre doğrudan doğruya yabancılara mahsus olan bayram ve törenlerde bu metodu kullanmak öncelikle ve haydi haydi yasak olacaktır. Çünkü bu metodun benimsenmesi, bu ümmî (okuma-yazmasız) ümmetin diğer ümmetlere benzemesine yolaçar. Sözün kısası, bu hadis bu ümmetin, kendisini diğer ümmetlerden ayıracak niteliklerinin olmasını gerektirir. Bu ayırıcı özellikleri koruyabilmenin eri kestirme yolu da diğer ümmetlere benzemekten kaçınmaktır. Öteyandan Buhari ile Müslim'in Humeyd b. Abdurrahman'a dayanarak bildirdiğine göre Muaviye bir hacc mevsiminde Medine mescidinin minberine çıktı ve muhafızlarından birinin elinde bulunan bir tutam kadın saçını eline alarak: “Ey Medineliler, nerede alimleriniz? Ben Peygamberimizin böyle bir şeyi yasakladığını ve bu konuda -israiloğulları, kadınları böyle bir adet edinince helak oldular- dediğini işitmiştim” diye konuştu. (Hadis Buhari, Müslim ve diğer muteber hadis kitaplarında rivayet edilmektedir. Müslim'in s. 114'de naklettiği bu hadisi Buhari, yukarda geçen sözel dizimiyle Kitab El-Libas, Takma Saç Kullanma Babı H. No: 5932, c. 10, s. 373, Feth El-Bari'de kaydediyor.) (Humeyd b. Abdurrahman b. Avf b. Abdi El-Haris b. Zühre El-Kuraî adındaki bu ravi. (hadis anlatıcısı) üçüncü kuşak Medine'li Tabiilerdendir. Güvenilirdir. 105'de.öldü. İbn Sa'd h. 95'de 73 yaşında iken öldüğünü söylüyor. Bkz. îbn Sa'd Tabakat El-Kübra, c. 5, s. 153-154; Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 203, biy. 603.) Buharî'nin Said b. Müseyyeb'e dayanarak bildirdiğine göre de bir gün Muaviye bu konuda: “Çirkin bir süslenme modası edindiniz Peygamberimiz zur, yani takma saç kullanmayı yasaklamıştı” dedikten sonra oradakilerden biri ucunda birtutam saç bulunan birdeğnek getirdi. Muaviye ucunda bir tutam saç bulunan bu değeneği göstererek “işte zur budur” dedi. (Müslim Sahih'inde her iki rivayeti de Buhari'nin Humeyd b. Abdurrahman'dan naklettiği hadisle birlikte, İbn Müseyyeb'den naklediyor. Bkz. Müslim, Kitab El-Iibas Ve El-Zine, Takma Saç Kullanmanın Haram olması Babı, H. No: 2127, c. 3, s. 1679. Müslim'in kaydettiği bütün rivayetler müellifinkinin aynıdır.) Tefsirci Katade'nin açıkladığına göre “Zur, kadınların saçlarını gür göstermek için kullandıkları kesik saç kümeleridir.” Yine Buharî'de yer aldığına göre İbn-i Müsey-yeb bu konuda şöyle diyor; “Bir defasında Muaviye medine'ye gelerek bize hitap etti. Bu konuşması sırasında bir tutam saç çakarıp göstererek -Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin yaptığını görmedim. Peygamberimiz bunu görünce ona zur adını vermişti” dedi. Görüldüğü gibi Peygamberimiz takma saç modasını görünce ümmetini böyle bir modayı benimsememeye çağırarak “İsrailoğulları, kadınları böyle bir modayı benimseyince helak oldular” buyuruyor. Yine bu yüzden Muaviye de bu konuda “Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin uyguladığını görmedim” diyor. Çünkü yahudiler arasında yaygın olup da, müslümanlar tarafından benimsenmeyen modalar ya onların azaba çarpılmalarına yolaçan, veya böyle olması muhtemel olan, ve anlaşılmadığı takdirde azaba çarpılmalarının gerekçelerinden kesinlikle uzak kalınabilen adetlerdir. Özellikle söz konusu adetin azaba çarpılan davranışlardan olup olmadığı ayırdedilmeyince bu ihtiyatlı tutum daha büyük önem kazanır. Sebebine gelince bu durumda kaçınılması gereken davranışları ile diğerleri birbirine karıştırılabilir. O halde onların bütün adetlerinden uzak durmak gerekir. Tıpkı onların verdikleri haberlerin doğrusu ile yalanı biribirine karışık olduğu için verdikleri hiç bir habere kulak aşılmaması gerektiği gibi. Diğer yandan Ebu Davud'da yer aldığına göre Abdullah b. Ömer diyor ki; “Peygamberimiz -veya Hz. Ömer- şöyle buyuruyor: “İçinizden birinizin (biri belden aşağısı ve öbürü belden yukarısı için olmak üzere) iki parça elbisesi varsa bu iki parçayı giyerek namaz kılsın. Eğer bir tek parça elbisesi varsa bununla belinden aşağısını örtsün, onu yahudiler gibi belden yukarısına sarmasın.” (Sünen Ebi Davud, Kitab El-Salat, Elbise Dar olduğunda Belden Aşağısını Örtme Babı, H. no: 635, c. 1, s. 418, Hutâbi: istimal El-Yahudi'yi, elbisesiz kimsenin yalnız belden üstüne attığı şal, olarak açıklıyor. Bkz. Mealim el-Sünen Fi Hâmiş-i Sünen Ebi Davud, c. 1, s. 417.) Peygamberimiz yine bu konuda sahabilerden Cabir'in bildirdiğine göre: “Eğer dar bir tek parça elbise varsa bununla belden yukarısının değil, belden aşağısının örtülmesini” emretmiştir. (S. Müslim, Kitab El-Libas, H. No: 2099, c. 3, s. 1661; S. Buharî, Kitab El-Libas, Bab: 20-21, H. No: 5819.... 5822, Feth El-Bari, c. 10, s. 278-279; Sünen Ebî Davud, Kitab El-Salat, Elbise Dar Olduğunda, Babı, H. No: 634, c. 1, s. 417.) Fıkıh alimlerinin ortak görüşü de budur. Fakat Ahmed b. Hanbel'den bu meselede iki görüş nakledilmiştir. Burada bizim üzerinde durduğumuz asıl nokta Peygamberimizin tek parçalık elbisenin varlığı halinde “Bununla yahudiler gibi belden yukarısının örtülmemesini” belirtmesidir. Çünkü yasağın yahudilerle irtibatlandırılmış olması, yukardan beri ısrarla vurguladığımız gibi, yasaklamada bu faktörün etkili olduğunu gösteriyor. Şimdi de bu kitabın baş taraflarında yer vermemiz gerektiği halde ancak şimdi ele aldığımız şu ayeti okuyalım: “Müminlerin kalblerinin Allah'ın zikri ve haktan inen gerçekle korkup yumuşamasının zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitab verilip de sonra üzerinden uzun zaman geçerek kalbleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıktırlar.” (Hadid: 16) Cenab-ı Allah'ın buradaki: “Onlar daha önce kendilerine kitab verilenler gibi olmasınlar” buyruğu özellikle “onlara” kalblerinin katılaşması bakımından benzemeyi yasaklamakla birlikte genel olarak mutlak anlamda benzememeyi gerektirir. Çünkü kalb katılığı günahların sonucudur. Cenab-ı Allah, Kur'anın bir çok yerinde yahudileri bu özellikleri ile niteliyor. Bu ayetlerden biri şudur: “Onun için, ineğin bir parçası ile öldürülene vurunuz, demiştik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir, size ayetlerini gösterir ki, ola ki düşünürsünüz. Bütün bunları gördükten sonra kalbleriniz taş gibi ve belki daha da katılaştı. Çünkü bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar, bazıları da vardır ki yarılıp içlerinden sular kaynar, öyle taşlar da vardır ki, Allah korkusu ile dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.” (Bakara: 73-74) Yahudilerin bu niteliklerini belirten bir başka ayet de şöyledir: “Allah israiloğullarından söz almıştı ve kendi aralarından on iki gözcü belirledik. Allah onlara demişti ki; “Eğer namaz kılar zekât verir, size gönderdiğim peygamberlerime inanır, kendilerini destekler ve Allah'a güzel borç verirseniz (Allah için yoksullara yardım eder veya Allah için sıkıntıda olanlara faizsiz ödünç para verirseniz) sizinle beraber olur, kesinlikle günahlarınızı siler ve sizleri altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra aranızdan kim gerçeği inkâr ederse doğru yoldan sapıtmış olur. Fakat vermiş oldukları sözü bozdukları, tutmadıkları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar, uyarıldıkları konulardan payalmayı unuttular. Onlardan sürekli olarak hiyanet görürsün. Böyle olmayanları çok azdır. Onları affet, kusurlarına bakma. Çünkü Allah iyilik edenleri sever.” (Maide: 13-14)