البحث

عبارات مقترحة:

اللطيف

كلمة (اللطيف) في اللغة صفة مشبهة مشتقة من اللُّطف، وهو الرفق،...

المؤخر

كلمة (المؤخِّر) في اللغة اسم فاعل من التأخير، وهو نقيض التقديم،...

الباسط

كلمة (الباسط) في اللغة اسم فاعل من البسط، وهو النشر والمدّ، وهو...

İnsanın Yaratılış Gayesi

التركية - Türkçe

المؤلف
القسم مقالات
النوع نصي
اللغة التركية - Türkçe
المفردات العبادة - الحكمة وتعليل أفعال الله
İnsanın Yaratılış Gayesi Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 51/56) Ayeti, cer harfini değerlendirerek ele aldığımızda bunun tevhid gerçeğine yönelik olduğunu görürüz. Ancak bunun ilk cümle olması bakımından bir özne (mübteda) olarak merfu olması da caizdir. İbadet "İbadet; Allah'ın (c.c.) elçileri vasıtasıyla emrettiği şeylere bağlanmak suretiyle O'na itaatte bulunmaktır." Yine şöyle der: "İbadet; zahir ve batın anlamda Allah'ın (c.c.) sevdiği ve razı olduğu bütün söz ve amelleri kapsayan genel bir kavramdır." "Bu, aslında onbeş temele dayanır. Kim bu onbeş temeli tam olarak yaparsa, kulluğun mertebelerini tamamlamış demektir. İbadet; kalp, dil ve organlarla yapılanlar olmak üzere üçe ayrılır. Kullukla ilgili hükümler; vacip, müstehab, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beştir. Bunların hepsi kalp, dil ve organlarla ilgilidir." "Esas manasıyla ibadet; boyun eğme ve yönelme demektir. Şeriatin sorumluluk çağına gelenleri yükümlü tuttuğu görevlere ibadet adı verilmiştir. Çünkü yükümlüler, İslami kurallara bağlı olarak bunları işlerler, bunları yaparken de kendilerini küçük (zelil) görerek Allah'a (c.c.) kulluk ederler. Yüce Allah (c.c.) cinleri ve insanları, sadece kendisine kulluk etsinler ve kendisini tanısınlar diye yaratmıştır. İşte bu, onların yaratılış hikmetidir." Ben de şöyle diyorum: "Bu, şer'i ve dini hikmettir." "Allah'a (c.c.) ibadet etmek; emrettiği amelleri yapmak, sakıncalı ve yasaklanmış olan amellerden de uzak durmak suretiyle Allah'a (c.c.) itaat etmek demektir. İşte bu İslam dininin hakikatidir." Yine bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak der ki: "Allah (c.c), mahlukatı yalnız kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. Kim Allah'a (c.c.) itaat ederse, mükafaatını eksiksiz olarak Allah'tan (c.c.) alır. Kim de Allah'a (c.c.) karşı gelirse, Allah (c.c.) kendisini en ağır şekilde cezalandırır. Allah (c.c.) hiçbir varlığa muhtaç değildir. Fakat bütün varlıklar her hal üzere O'na muhtaçtır. Çünkü O onları yaratan, onlara rızık verendir." "Onları ancak bana ibadet etmelerini emretmek ve bana ibadete davet etmek için yarattım." "Onları ancak kendilerine emretmem ve sakındırmam için yarattım." Zeccac ile Şeyhülislam İbni Teymiyye'nin (r.h.) tercihi de bu olmuştur. Der ki: "Nitekim bu gerçeğe şu ayet de delildir: "İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet: 75/36) İmam Şafii (r.h.) de şöyle der: "O emrolunmaz, sakındırılmaz." Nitekim Kur'an'ın bir çok ayetinde: "Rabbinize ibadet edin.", "Rabbinizden korkun." buyrulmuştur. Böylece Allah (c.c), hangi şey için yaratılmışlarsa, onlara onu emretmiş, rasullerini de bu görevle göndermiştir. İşte bu mana, ayette kesin olarak belirtilmiştir. Bu, tüm müslümanların anladıkları ve hüccet ortaya koydukları manadır. Bu ayet "Biz hiçbir rasulü Allah'ın izniyle kendisine itaat olunmasından başka bir gaye ile göndermedik..." (Nisa: 4/64) ayetine benzemektedir. Halbuki gönderilen elçilere bazen itaat edildi, bazen de karşı çıkıldı. Oysa ki Allah (c.c), onları sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştı. Daha sonraları ise bu mana, bazen ibadet olunur. Bazen de olunmaz biçiminde algılandı. Oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c.) evveldir ve herşeyi yaratandır. Nitekim tevatür derecesindeki hadisler de bu manaya şehadet etmektedir. Enes b. Malik'ten (r.a.), Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:"Allah, Cehennem ehlinden azabı en hafif olana: 'Eğer dünya, dünyada var olan şeyler ve bir o kadarı da bununla birlikte senin olsaydı sen onları buradan kurtulmak için feda eder miydin?' diye sorar.Adam: 'Evet' der.Allah (c.c.) şöyle buyurur:"Sen daha Adem'in sulbünde iken, Ben bundan çok daha hafif olanını; Bana hiçbir şeyi şirk koşmamanı istedim de sen bundan kaçınıp Bana şirk koştun. Seni Cehennem ateşine koyacağım." (Buhari, Enbiya: 1, Rikak: 49, Müslim, Münafikun: 52. Ahmed: 3/127, 129, 218) Bu müşrik, Allah'ın (c.c) kendisinden istediği şeye karşı çıkarak O'na şirk koşmuştur. Oysa ki Allah (c.c), ondan hiçbir şeyi kendisine şirk koşmamak kaydıyla tevhid üzere olmasını istemiştir. İşte bu, daha önce de ifade edildiği gibi, şer'i iradedir. Allah (c.c.) şer'i iradeyi açıkladığı gibi, kevni (kaderi) iradeyi de genel ve özel olarak açıklamıştır. Bunların her ikisi de samimi ve ihlas sahibi itaatkar kimseler için kitapta bir araya getirilmiştir. Ancak kevni (kaderi) irade, isyankar kimseler hakkında tek başına ortaya çıkmış, diğer iradeden ayrılmıştır. Bu gerçeğin çok iyi anlaşılması gerekir ki, laf ebelerinin ve bu bunları izleyenlerin cehaletlerine aldanılmasın. Rasulullah'ın Gönderiliş Gayesi Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Andolsun ki biz her ümmete 'Yalnız Allah'a ibadet edin ve taguttan sakının.' diye (tebliğ etmesi için) bir rasul gönderdik. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün. " (Nahl: 16/36) Bu ayette yer alan "tağut" kelimesi; haddi aşmak manasına gelen "tuğyan" sözcüğünden türemiştir. Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle diyor: "Tağut; şeytan demektir." (Ömer (r.a.) der ki: "Cibt; sihir ve büyü demektir. Tağut da; şeytandır." Hafız (r.h.) der ki: "Tağut şeytandır. Çünkü cahiliyenin sürdürdüğü her türlü şerri kapsar. Örneğin; putperestlik, tağutların huzurunda mahkeme olmak, onlar sayesinde zafer istemek gibi." Nitekim bunu İbni Cerir (r.h.) de rivayet etmiştir. (İbni Kesir Tefsiri) Cabir (r.a.) da şöyle diyor:"Tağut: Şeytanın kendilerine inip telkinde bulunduğu kahinlerdir." Yukarıdaki her iki rivayet de İbni Ebu Hatim'den yapılmıştır. İmam Malik (r.h.) tağutu şöyle tanımlamıştır:"Allah'tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen herşey tağuttur" "Tağut; kulun kendisi sayesinde haddi aştığı her ma'bud, uyulan her sistem ve itaat olunan her şeydir. Her kavmin ya da toplumun tağutu; Allah (c.c.) ve Rasulü'nden başka kendisine muhakeme olunan, Allah'ın (c.c.) dışında kendisine ibadet edilip, körü körüne tabi olunan, insanları Allah'ın (c.c.) emirlerinden başka şeylere çağıran, Allah'ın kendisine itaat edilmesini yasakladığı her şeydir.İşte bunlar alemi peşinden sürükleyen tağutlardır. Tağut kapsamına giren şeyler konusunda dikkatle düşünülecek olursa halkın büyük bir çoğunluğundan Allah (c.c.) ve Rasulüne (s.a.v.) itaatten yüzçevirip tağutlara itaat ettikleri, onlara kul oldukları görülür." Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Andolsun ki biz her ümmete 'Yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının.' diye (tebliğ etmesi için) bir rasul gönderdik..." (Nahl: 16/36) Bu ayette Allah (c.c), her topluma bir rasul gönderdiğini ve onlara bir tek Allah'a (c.c.) kulluk etmelerini, başka varlıklara kulluk etmekten uzak durup, onları terk etmelerini emrettiği haber veriyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"... O halde kim tağutu inkar edip Allah'a inanırsa, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır..." (Bakara: 2/256) İşte bu, "La ilahe illallah" kelimesinin manasıdır. "Urvetü'l-vuska" yani sağlam kulpdan kasıt budur. Bütün rasuller insanları Allah'a (c.c.) ibadet etmeye çağırır, Allah'tan (c.c.) başkasına kulluk etmekten sakındırırlar. Allah (c.c.) çeşitli dönemlerde insanlara rasuller göndermiştir. Allah (c.c.) ademoğulları arasında şirkin ilk defa baş gösterdiği Nuh kavminden, son rasul olan Hz. Muhammed'e (s.a.v.) kadar her dönemde, yeryüzüne nebi ve rasuller göndermiştir. Peygamberlerin davetini doğu ve batıda insan ve cin herkes duymuş, hepsi de Rabbimizin şu ayetinde buyurduğu gerçeğe şahit olmuşlardır: "Senden önce hiçbir rasul göndermedik ki ona, 'Benden başka ibadete layık ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahiyetmiş olmayalım." (Enbiya: 21/25) Allah (c.c.)'ın Dilemesi Allah (c.c.) Nahl Suresi'nin 36. ayetinde, insanları kendisine kulluğa ve tağuttan da kaçınmaya davet ederken, müşriklerin çıkıp "Allah dilemiş olsaydı, biz O'ndan başkasına ibadet etmezdik." demeleri caiz değildir. Burada Allah'ın (c.c.) dilemesi (meşiet), olumsuz anlamda ele alınmış ve yanlış yorumlanmıştır. Çünkü dileme bir bakıma şirkin ve küfrün bir gerekçesi kabul edilmiştir. Oysa ki Allah (c.c.) rasullerin diliyle onları şirkten sakındırmıştı. Kevni anlamdaki dilemeye gelince, onların bu konuda da ellerinde herhangi bir delilleri yoktur. Allah (c.c.) Cehennemi ve şeytanlarla kafirlerden oluşan cehennemlikleri yaratmış, fakat kulları için küfre rıza göstermemiştir. Bu konuda apaçık deliller ve kesin hikmet vardır. Ayrıca Allah (c.c.) rasullerin gönderilmesinden sonra onların dünyada cezalandırılmalarına ilişkin olarak şöyle buyurmuştur: "... Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu..." (Nahl: 16/36) Bu ayeti iyi düşünmek gerekir! Bu ayet gösteriyor ki, rasullerin gönderilmesindeki hikmet; ümmetleri sadece Allah'a (c.c.) ibadete davet etmek, Allah'tan (c.c.) başkasına kulluk etmekten de sakındırmaktır. İşte tüm nebi ve rasullerin tebliğ ettikleri din budur. Şeriatleri farklı olsa da hepsinin getirdiği din birdir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"... Her birinize bir şeriat ve yol verdik..." (Maide: 5/48) Amel İmandandır Kalp ile tasdikin yanında, organlarla da amel etmek gerektiğine iman etmek gerekir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana babaya güzellikle muamelede bulunmanızı emretti. Eğer ikisinden bir veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara karşı 'öf bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle." (İsra: 17/23) Ayette yer alan "kada" kelimesi, Mücahid'e (r.h.) göre "vasiyet etti", İbni Abbas'a (r.a.) göre ise "emretti" anlamındadır. La İlahe İllallah'ın Manası Bu kelimenin manası; "Yalnızca Allah'a ibadet edin, O'ndan başkasına kullukta bulunmayın" demektir. "Sırf red ve inkar, tevhid demek değildir. Aynı şekilde, red olmaksızın kabul de tek başına geçerli değildir. Çünkü tevhid hem reddi ve hem de kabulü içerir. İşte gerçek anlamda tevhid budur." Ana-Baba'ya İyilikte Bulunmak "Ana ve babaya da ihsanda (iyilikte) bulunun." Eşi ve ortağı olmayan Allah (c.c), sadece kendisine kulluk edilmesini emredip, hemen bunun ardından ana ve babaya da iyilikte bulunulmasını emretmiştir. Nitekim bu gerçek bir başka ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "... İşte bunun için 'Bana ve ana-babana şükret' diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır." (Lokman: 31/14) "Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine 'öf bile deme, onları azarlama." Ana ve babana kötü bir söz duyurma! Kendilerine "öf" bile deme ve saygısızlık etme! Bu onları inciten sözlerin en hafif olanıdır. Senden onlara karşı çirkin bir davranış meydana gelmesin. Onlara karşı bir yanlış yapma! Ata b. Ebi Rebah'ın da dediği gibi, "Ellerin onlara kalkmasın." Allah (c.c.) kişiyi ana ve babasına karşı çirkin ve saygısız davranışlarda bulunmaktan sakındırırken, onlara karşı iyi bir şekilde davranmayı da emretmiştir. "İkisine de güzel söz söyle" Yani onlara yumuşaklıkla, güzellikle, edep ve vakarla yaklaş. "Onlara, merhametten ileri gelen tevazu kanadını indir. Ve 'Rabbim, onların küçükken bana bakıp, beni terbiye ettikleri gibi, sen de onlara merhamet et' de!" (İsra: 17/24) Yani ana ve babana karşı alçak gönüllü ol, gerek yaşlılıkları sırasında, gerek ölümleri sırasında, onlara karşı görevlerini sakın aksatma! Ana ve babaya karşı iyi davranma konusunda bir hayli hadis rivayet edilmiştir. Farklı rivayetlerle Enes (r.a.) ve başkalarından gelen hadisler buna örnektir: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) minbere çıktı ve üç kez: 'Amin, amin, amin' dedi. Sahabeler:"Ey Allah'ın Rasulü! Niçin 'amin' diyordun?" diye sordular. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:Bana Cebrail geldi de; "Ey Muhammed! Sen yanında anıldığın halde sana salat getirmeyen kimsenin iki yakası bir araya gelmesin. Sen buna 'amin' de!" dedi. Ben de 'amin' dedim. Sonra:"Ramazan ayına yetiştiği halde değerini bilmeden Ramazan ayını çıkaran ve mağfiret olunmayan kişinin de iki yakası bir araya gelmesin (burnu üzerinde sürünsün). Buna da 'amin' de!" dedi. Bende 'amin' dedim. Sonra yine:"Baba veya anasından birine ya da her ikisine yetiştiği halde onlar sebebiyle Cennete giremeyen kimsenin de iki yakası bir araya gelmesin (burnu üzerinde sürünsün). Buna da 'amin' de! dedi. Ben de 'amin' dedim." (Buhari, Birru'l-Valideyn) Ebu Hureyre'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Burnu sürtünsün, yine burnu sürtünsün, tekrar tekrar burnu sürtünsün (iki yakası bir araya gelmesin) o adamın ki, ana ve babasından birisine veya her ikisine yetişir de, onlar sebebiyle Cennete giremez." (Müslim, Birr: 9, Tirmizi, Deavat: 110) Ebu Bekre'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Size günahların en büyüğünün ne olduğunu haber vereyim mi?"Biz de şöyle dedik."Elbette ey Allah'ın Rasulü!Şöyle buyurdu:"Allah'a ortak koşmak, ana ve babaya ezada bulunmak." Kendisi bir yere yaslanmıştı, hemen doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu:"Sizi, yalan uydurmaktan (iftira ve yalancı şahitlikten) sakındırırım." Bunu o kadar tekrarladı ki, biz 'Keşke sussa' dedik. (Buhari, Edeb: 6, Müslim, İman: 1) Abdullah b. Ömer'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Rabbinin rızası, ana ve babanın rızasının kazanılmasındadır. O'nun gazabı da, ana ve babanın memnuniyetsizliğindedir." (Tirmizi, Birr: 3) Said'den (r.a.) rivayete göre, Useyd demiştir ki: "Biz Rasulullah'ın (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Kendisine:"Beni Seleme'den bir iyilik var mı?" denildi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Evet. Onlara hayır duada bulunman ve Allah'tan (c.c.) mağfiret olunmalarını istemen, kendilerinin ölümlerinden sonra, önceki sözlerini (yapmak istedikleri şeyleri) yapman. Onların hayatta iken yaptığı sıla-i rahmi, onlar hayatta imiş gibi sürdürmen ve ana-babanın dostlarına ikramda bulunmandır." (Ebu Davud, Edeb: 129, İbni Mace, Edeb: 2) Yalnız Allah (c.c.)'a İbadet Etmek "Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendisini beğenip övünenleri elbette sevmez." (Nisa: 4/36) "Bu ayet kulların yaratılış gayesini açıklıyor ki, bu da yalnız Allah'a (c.c.) kullukta bulunmaktır. Dikkat edilirse Allah (c.c), farz kıldığı ibadetleri yasakladığı şirkle beraber zikretmiştir. Bu ayet bize ibadetin sahih olabilmesi ve Allah (c.c.) katında kabul edilmesi için kesinlikle şirkten arınmış olması gerektiğini göstermektedir. Çünkü bu olmadan ibadet sahih olamaz. Bu asıldır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "... Eğer şirk koşsalardı, kesinlikle tüm yaptıkları ameller boşa giderdi." (En'am: 6/88) "And olsun ki sana da senden önceki rasullere de şu vahyolunmuştur. 'And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan kesinlikle amellerin boşa gider ve kaybedenlerden olursun.' Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer: 39/65-66) Ayette kendisi için amel edilenin amel edenden önce zikredilmesi özellik (hasr) ifade eder. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: "Bilakis Allah'a (c.c.) kulluk et, O'ndan başkasına değil." Nitekim Fatiha Süresindeki: "Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım bekleriz." (Fatiha: 1/5) ayetinde de bu gerçek vurgulanmıştır. Allah-u Teala tevhid gerçeğini bizlere şu ayetle bildirmiştir: "Biz bu Kitab'ı sana hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk et." (Zümer: 39/2) Din; kulluğun kendisi ve yasaklananlardan uzak durmaktır. "Emir ve yasaklar Allah'ın (c.c.) dinidir. O'nun ceza ve mükafatı da ikinci alemdedir. Daha önceden de anlatıldığı gibi bunun temeli ibadette tevhiddir. Sakın bu noktada gafil avlanmayasın." Dünkü ve Bugünkü Cahiliye "Bu ümmetin sonradan gelenlerinin çoğu haramların en başında yer alan bu şirke bulaşmışlardır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) gönderilmeden önceki cahiliye halkı böyle bir durumda idi. Tapmaklara, türbelere, ağaçlara, taşlara, tağutlara ve cinlere tapıyorlardı. Bunlar aynı zamanda Lat, Uzza, Menat, Hubel ve daha başka şeylere de tapıyorlardı. Onlar şirki din haline getirmişlerdi. Tevhid inancına davet olunduklarında onu kabul etmekten şiddetle kaçındılar ve aşağıdaki ayetler geldiğinde de, adeta öfkeden çatladılar. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler." (Zümer: 39/45) "Sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini zikrettiğin zaman, onlar gerisin geri dönüp giderler." (İsra: 17/46) "Onlara, 'Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur' denildiği zaman büyüklük taslarlardı. 'Deli bir şair için ilahlarımızı mı bırakacağız?' derlerdi." (Saffat: 37/35-36) Müşrikler "La ilahe illallah" kelimesinin manasını çok iyi bildiklerinden, bunu söylediklerinde tevhidi kabul edip, içinde bulundukları şirki terketmeleri gerektiğinin farkındaydılar. O günkü müşrikler tevhidi özellikle bu ümmetin sonra gelenlerinden, hatta sonra gelenlerin ilim sahibi olanlarından bile daha iyi anlıyorlardı. Halbuki bu ilim adamları kimi hükümlerde ve kelam ilminde dirayetleri olmasına rağmen ibadette tevhidi bilemediler, anlayamadılar... Bu yüzden tevhidin zıddı olan şirke girdiler ve bu şirki insanlara süslü gösterdiler. Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarındaki tevhidi de bilemediler ve bunu inkar ettiler. Aynı şekilde o inkar ettikleri şeyin içinde çırpınıp kaldılar. Bunun için kitaplar yazdılar, kendi inançlarının hak, diğerlerinin de batıl olduğunu ileri sürdüler. İslam'ın ve gerçek müslümanların gariplikleri giderek arttı. Onların gözünde maruf (iyilik) münkere (kötülüğe) dönüştü. Münker de maruf kabul edilir oldu. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"İslam garip olarak başladı. Nitekim başladığı gibi garip olarak devam edecektir. Ne mutlu o gariplere..." (Müslim, İman: 232, Tirmizi, İman: 13, İbn Mace, Fiten: 15, Darimi, Rikak: 42, Ahmed: 1/184, 398, 2/177, 222, 389, 4/73) Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"Yahudiler yetmişbir fırkaya, hristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Onlardan biri dışında hepsi cehennemliktir."Sahabeler:"O biri kimdir?" diye sordular."Benim ve ashabımın yolunda olanlar" buyurdu. (Tirmizi, İman: 18, İbn Mace, Fiten: 17. Bu hadis, bir çok kanaldan rivayet edilmiş sahih bir hadistir) Rasulullah (s.a.v.) haber verdiği bu durum, Hicri 3. asırdan sonra ortaya çıkmıştır. Cehalet; yani İslam dininin aslı olan tevhidi bilmeme giderek yaygınlaştı. İslam dini esas olarak, Allah (c.c.)' tan başkasına ibadet edilmesini yasaklayıp, ancak O'na ibadet edilmesini meşru kıldığı halde bu esas ölçü bırakıldı. Böylece insanlardan pek çoğunun yaptığı ibadet şirk ve bid'atlerle karışmış oldu. Allah-u Teala'ya hamdolsun ki, meseleyi delillerle ortaya koyabilecek kimseleri her zaman var etmiş, onlar toplumlarını basiretle bu gerçeğe davet etmişlerdir. Böylece Allah'ın (c.c.) hüccetlerinin geçersiz olmamasını, nebi ve rasullerine indirmiş olduğu beyyinelerin iptal edilmemesini sağlamışlardır. Bundan dolayı Allah'a (c.c.) hamdolsun. Yalnızca Allah (c.c.)'a İbadet Edip O'na Hiçbir Şeyi Ortak Koşmamak "Allah-u Teala, nebisi ve Rasulü Muhammed (s.a.v.)'e şöyle buyurmuştur: "Şu, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet eden, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiğini haram kılan müşriklere de ki: "Gelin Rabbinizin size neleri yasakladığını gerçek bir şekilde aktarayım. Bir zanna ve kuşkuya dayanarak değil, hakka bağlı kalarak, O'ndan gelen vahye dayanarak ve O'nun katından gelen bir emir olarak size okuyayım: " Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın." Bundan şu anlaşılmaktadır: "Allah size, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı tavsiye (emr) etti." Bunun için ayetin sonunda "İşte Rabbiniz size bunu tavsiye etti." buyrulmuştur. "Allah size terketmenizi emrettiği şeyi (şirki) haram kılmıştır." İbni Kudame de "el-Muğni"de "O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın" sözüyle ilgili olarak yedi görüş beyan ediyor. Bunların en güzeli, İbni Kesir'in (r.h.) zikrettiğidir. Hemen şunu da ekliyor: "Size bunu açıkladı ki, kendisine şirk koşmayasınız." Bu ikisinden birisinde var sayılan cümle konmamıştır. Bu da: "Vessaküm (size tavsiye etti, emrtti)" kelimesidir. Bunun içindir ki, Rasulullah (s.a.v.) kendilerine söylediği şeyden sorulduklarında Ebu Süfyan Herakl'e şöyle demiştir:  "O diyor ki: 'Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Atalarınızın söyleyegeldiği şeyleri de terk edin' " İşte bu, Ebu Süfyan ile başkalarının Rasulullah'ın (s.a.v.) kendilerine: "La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin" diye söylediği sözden anladıklarıdır. "Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." "Bu, kötülük çeşitlerinin tamamını genel anlamıyla yasaklamaktadır. Bunlar da Allah'ın (c.c.) yasak kıldıklarıdır. Günahın "Açığı" ve "Gizlisi" eyleme dönüştürülen iki durumdur. Dolayısıyla bu iki terim, eşyadaki açık ve gizli tüm kısımları içerir." "Biz kişiye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemeyiz." Bir kimse hakkı eda etmek için var gücünü kullanmasına rağmen yanılır ve hataya düşerse, artık kendisine herhangi bir günah yoktur. "Akraba bile olsa sözünüzde adil olun." Bir müslümanın ister yakın, ister uzak akrabalarına karşı olsun söz ve davranışlarında adaletli olması gerekir. "Gerek dost gerekse düşman hakkında olsun, sözde adil olmak demek; Rabbinin rızasının ve gazabının bu noktada değişmeyeceği anlamındadır. Aksine kişi en yakınına karşı da olsa, asla haktan ayrılmamalı, sevdiğine veya yakınına meyledici bir tavır içinde olmamalıdır. Nitekim şöyle buyrulmuştur: "... Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya daha çok yakışan bir davranıştır." (Maide: 5/8) "Allah'ın ahdini (tavsiye ve emrini) yerine getirin." Bunun yerine getirilmiş olması için, Allah'ın (c.c.) emrettiği şeylerde O'na itaat etmek ve yasakladığı şeylerden de uzak durmak gerekir. Aynı zamanda Allah'ın (c.c.) Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetiyle amel etmelidir. İşte "Allah'a verilen sözün yerine getirilmesi" böyle olur. Bir başkası da şunu söylemiştir: "İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti." sözü; bundan öğüt alasınız ve size yasaklanan şeylerden de uzak durasınız demektir." "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." Kurtubi (r.h.) şöyle diyor: "Bu oldukça önemli bir ayet olup, bir önceki ayete yöneliktir. Çünkü burada hem yasaklama hem de emir verme birlikte yer almış, Allah (c.c.) insanları kendi yolundan başka bir yola uymama konusunda uyarmıştır. Nitekim gerek sahih hadisler gerekse selef sözleri bu gerçeği açıklamaktadır. 'Enne' burada nasb edatı olarak gelmiştir." Bu, Arap filologlarından Ferra ile Kisai'den gelen rivayettir. Aynı zamanda bunun mecrur olması da caizdir. Ayette yer alan "sırat" kelimesi "yol" demektir. Bununla da İslam dini kastedilmiştir. Müstakim" kelimesi hal olarak nasb olunmuştur. Anlamı da: "Kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan doğru ve eksiksiz yol" demektir. İnsanlar bu yoldan başka pek çok yollar uydurmuşlardır. Kim bunları uymaz da doğru olan yola uyarsa, kurtuluşa erer. Kimde farklı farklı yollara saparsa, o yolların sonunda Cehennem ateşine girer. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:" Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." İbni Mesut (r.a.) demiştir ki: "Rasulullah (s.a.v.) eliyle bir çizgi çizdi. Sonra da:"İşte bu, Allah'ın dosdoğru olan yoludur." buyurdu. Daha sonra, önce çizdiği çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi, sonra da şöyle buyurdu:"İşte bunlar da başka yollardır. Bu yolların her birisinin başında insanları kendisine çağıran bir şeytan vardır. Sonra da: "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın..." mealindeki ayeti okudu." (Ahmed. Nesai, Darimi, İbni Ebu Hatim ve Hakim sahih hadis) Mücahid de (r.h.): "Başka yollara uymayın" ayetini; "Bid'atlere ve insan arzusunun ürünü olan yollara uymayın" diye açıklamıştır. "Sırat-ı Müstakim" hakkında gayet özlü bir söz söyleyelim. Bilindiği gibi insanlar, sıfatlar ve sıfatlara yönelik konularda farklı farklı görüşler ortaya atmışlardır. Allah (c.c.) sıfatlar konusunda kullarına doğru yolu göstermiştir. Ancak bu yol onları Allah'a (c.c.) ulaştırır. Bu yoldan başka O'na giden yol yoktur. Aksine öteki yolların tümü insanlara kapalıdır. Sadece Allah'ın (cc.) rasulleri vasıtasıyla gösterdiği yol bundan müstesnadır. Allah (cc.) bu yolu, ibadet için kendisine ulaştıran bir yol kılmıştır. Bu, ibadette Allah'ı (c.c.) birlemek, itaatte de rasullerine uymaktır. Allah'a (c.c.) ibadette kimseyi O'na ortak koşmamak, rasullerine itaat konusunda da başka kimseyi onlara itaate ortak yapmamaktır. Yalnızca tevhidi yaşamak ve Rasulullah'a (s.a.v.) uymaktır. İşte bütün bunlar şehadet kelimesinin kapsamında yer alan hükümlerdir. "Sırat-ı Müstakim" ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, hepsi şu esasın içindedir: Allah'tan (cc.) başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik... Bu şahitliğin özelliğine gelince; Bu, kalple Allah'ı (c.c.) sevmek, O'nun rızasını kazanmak için tüm gayretini ortaya koymaktır. Öyle ki kalpte Allah (c.c.) sevgisinden başka bir sevgiye yer ayırmamalı, O'nun rızasını kazanmaktan başka bir şeye fırsat vermemesidir." "Bu şahitliğin ilki: "Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığı"nı bilmek ve bunu pratik hayatta göstermekle yapılır. İkincisi de: "Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın rasulü olduğuna şehadette bulunmak"la sağlanır. İşte hidayet ve gerçek din budur. Bu gerçeği bilmek, tanımak ve bununla gereği gibi amel etmek, Allah'ın (c.c.) rasulleriyle gönderdiği bu gerçeği tanımak ve bunun gereklerini yerli yerince ve eksiksiz yapmak gerekir. Doğru olmak şartı ile bu eksen çerçevesinde bunu destekleyici ve açıklayıcı birçok şey söylenebilir." Sehl b. Abdullah der ki: "Size sünnete bağlı kalmanızı tavsiye ederim. Benim tek endişem birisi Nebi'ye (s.a.v.) uymak gerektiğini-söylediğinde, bu kişinin kötülenmesi ve ondan nefret edilip, uzaklaşılmasıdır." İbni Mesud (r.a.) diyor ki: "Üzerinde Rasulullah'ın (s.a.v.) mührü bulunan vasiyeti görmek isteyen şu ayetleri okusun: "De ki: "Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin... işte bu benim dosdoğru yolumdur..." (En'am: 6/151-153)  (Buhari, Libas: 46, Müslim, Libas: 56, Tirmizi, Libas: 6, İbni Mace, Libas: 39-41) Kim, yazılıp mühürlenen ve üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayan bir vasiyete bakmak isterse En'am Suresinin 151-153. ayetlerini okusun. Burada Rasulullah'ın vasiyeti, yazılan ve bitirilince mühürlenen bir yazıya benzetilmiştir ki, buna ne bir ilave yapılabilir, ne de ondan herhangi bir şey çıkartılabilir. Zira (s.a.v.) Allah'ın (cc.) kitabıyla vasiyet etmiştir. Müslim'in rivayeti de bu şekildedir: "Doğrusu ben size bağlı kalmanız halinde asla sapmayacağınız bir şeyi emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı (Kur'an)..." Ubade b. Samid'in (r.a.) rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.): "Hanginiz şu üç ayet üzerine bana bey'at eder?" buyurdu ve En'am Suresinin 151-153. ayetlerini sonuna kadar okudu. Sonra da şöyle buyurdu: "Kim, bunlara uyarsa, onun ecri Allah'a aittir. Kim bunlardan bir şeyi eksik yaparsa, Allah kendisine henüz dünyada iken cezasını yetiştirir. Kimin işini de ahirete ertelerse, artık onun işi Allah'a kalmıştır, dilerse onu cezalandırır, dilerse bağışlar." (İbni Ebu Hatim, Sahih, Muhammed b. Nasr İ'tisam) "Bu Kitabı sana her şey için bir açıklama, hidayet ve rahmet kaynağı, müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik." (Nahl: 16/89) Allah (c.c.)'ın ve Kulların Hakkı Muaz b. Cebel (r.a.) diyor ki: "Rasulullah'ın (s.a.v.) bindiği merkebin terkisinde bulunuyordum. Bana dedi ki: "Ey Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?" Dedim ki: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir." Buyurdular ki: "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı: Yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarına azap etmemesidir." Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bunu herkese müjdeleyeyim mi?" Buyurdu ki: "Hayır, müjdeleme! Sonra buna güvenirler (salih amelleri terkederler)." ("Nihay" adlı eserde: "O bir ok atımı önde olacaktır." şeklindedir. Başka bir rivayette: "Bir mil önde olacaktır." daha başka bir rivayette ise: "Gözün görebildiği bir mesafe kadar önde olacaktır." şeklindedir. Bu üç rivayet hadisin manasını daha iyi ortaya koymaktadır) Muaz'ın (r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) bindiği merkebin terkisinde bulunuyordum." sözü, bir merkebe iki kişinin binmesinin caiz olduğunu ve Muaz b. Cebel'in (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) katında seçkin bir yeri olduğunu göstermektedir. Bir rivayete göre, bu merkebin adı, Ufeyr idi. Onu Rasulullah'a (s.a.v.) Mısır Meliki Mukavkıs armağan etmişti. Rasulullah'ın (s.a.v.) merkebe binmesi ve Muaz'ı (r.a.) arkasına alması, onun alçak gönüllülüğünü de gösterir. Çünkü kibirli kimseler böyle yapmazlar. Burada "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir biliyor musun?" sözü ile, söylenmek istenen şeyden önce soru sorulmuştur. Bunun amacı, anlatılmak istenen konunun zihinlerde kalıcı olması ve meselenin öğrenci tarafından daha iyi anlaşılmasıdır. Yalnızca Allah (c.c.)'a İbadet Etmek "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı", Allah'ın (c.c.) yaptıkları ve verdikleri bakımından, onlardan beklediği kulluk görevidir. "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" sözü ile, kulların ibadette Allah'ı (c.c.) tek olarak tanımaları gerektiği vurgulanmıştır. Burada, ibadet konusunda Allah'ı (c.c.) tek tanımanın ve şirki terketmenin gerekliliği anlatılmak istenmiştir. Muhammed b. Abdu'l Vehhab'ın: "Şu gerçeği iyi bilmek gerekir: İbadet, bizzat tevhidin kendisidir. Zaten müşriklere düşmanlık da bundan dolayıdır." sözünün anlamı da budur. Kudsi hadislerde şu şekilde geçmektedir: "Ben, cinler ve insanlar büyük bir haber içindeyiz. Ben yaratıyorum, Benden başkasına ibadet ediliyor. Rızık veren Benim, şükür gören (teşekkür edilen) başkası. Benim hayrım kullara inmeye devam ediyor. Onların kötülükleri de bana yükseliyor. Ben onları hikmetlerimle severken, onlar günahlarla beni kendilerine buğzetmeye sevkediyorlar." (İbn Asakir) Allame İbni Kayyım (r.h.) ibadeti şöyle tanımlamıştır: "Rahman'a ibadet, sonsuz bir sevgiyle ve bir hiç olduğunu bilerek ibadet etmektir." Allah (c.c.)'ın Kullarına Olan Lütfü "Kulların Allah üzerindeki hakkı" ise Allah'ın (c.c.) kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarını mükafatlandırmasıdır. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın vaadi haktır. Allah vaadinden dönmez..." (Rum: 30/6) Şeyhülislam İbni Teymiyye (r.h.) der ki: Allah'a (c.c.) itaat eden bir kimsenin ödüllendirilmesi; Allah (c.c.) tarafından nimetlendirilmesi ve fazilet sahibi kılınmasıyladır. Yoksa bir yaratığın başka bir yaratığa üstünlük kazanması şeklinde değildir. Bazı insanlar hak elde etmek gibi bir şeyin varlığını kabul ederek diyorlar ki: Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Müminlere yardım etmek bizim üzerimizde bir haktır." (Rum: 30/47) Ancak, Kitap ve Sünnete uyan müslümanlar şöyle diyorlar. "Allah (c.c.) kendisine rahmeti (merhameti) yazdı ve yine kendi nefsine hakkı gerekli kıldı. Bu gerekliliği herhangi bir yaratık koymadı." Mutezile mezhebi bağlıları ise şu tezi savunuyorlar: "Bu Allah'ın (c.c.) üzerine gereklidir. Çünkü kullar, Allah'ın (c.c.) bir etkisi olmaksızın O'na itaat etmişlerdir. Dolayısıyla kullar Allah (c.c.) olmaksızın hak elde etmiş oluyorlar." Mutezile mezhebi burada yanılgıya düşmüştür. Aynı şekilde Cebriye, Kaderiye ve onları izleyen Cehmiye mezhepleri de yanılmışlardır (Kaderiye'den maksat, kaderi inkar edenlerdir). Kurratu'l-Uyun'da şöyle deniyor: "Kulların Allah (c.c.) üzerindeki hakkı, kendisine şirk koşmayanlara azap etmemesidir. Bu Mutezile mezhebinin savunduğu gibi, "Allah (c.c.) üzerine gerekli" anlamında değildir. Ancak noksan sıfatlardan uzak olan Allah (c.c), ikram ve ihsan olarak samimi ve ihlas sahibi müminlere yapacağı bir iyiliktir. Bu kimseler önemli gördükleri şeylerde, korku ve umutlarında asla Allah'tan (c.c.) başkasına yönelmeyenlerdir. En iyisini bilen Allah (c.c.)'tır " "Kulların Allah üzerindeki hakkı, kendisine şirk koşmayanlara azap etmemesidir." Bu ifadede sadece şirk yasağını bildirilmekle yetinilmiştir. Çünkü bu, doğal olarak tevhidi ve ardından da risaletin gerekliliğini ortaya koyar. Çünkü Allah Rasulü'nü (s.a.v.) yalanlayanlar, bizzat Allah'ı (c.c.) yalanlamış olurlar. Allah'ı (c.c.) yalanlayanlar ise, müşriktirler. Bu durum "Abdest alanın namazı sahihtir" ifadesiyle "Abdesti tüm şartlarına bağlı kalarak alan" kimsenin kastedilmesi gibidir. Burada Muaz'ın (r.a.) "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" sözü ile, öğrencinin, öğretmen karşısındaki edebi sergilenmektedir. Zira bilmeyen ve bir şeyler soran kimseden beklenen cevap budur. Oysa çoğu kimse böyle yapmamaktadır. Muaz'ın (r.a.): "Ey Allah'ın Rasulü! Bunu herkese müjdeleyeyim mi?" ifadesiyle müslümanları sevindirecek müjdeyi duyurmanın güzel oluşu belirtiliyor. Ashabın böyle yaptıkları da anlaşılmış oluyor. Nebi (s.a.v.) ile müşrikler arasındaki düşmanlığın sebebi: "La ilahe illallah" kelimesidir. Bu kelime biri reddi, diğeri kabulü içeren iki kısımdan oluşur: 1 - "La ilahe" ifadesinde, halkın tapındıkları tüm ilahlara, putlara ve tağutlara red vardır. 2 - "İllallah" ifadesinde ise, Allah'ın (c.c.) varlığını ispat ve sadece ona kulluğun kabulü vardır. Özet: Bu hadisle yalnız Allah (c.c.) ibadet edilmesi, şirk koşulması halinde hiçbir şeyin fayda sağlamayacağı, ana baba hakkının önemi ve onlara eza vermenin haramlığı ele alınarak, En'am Süresindeki muhkem ayetlerin azameti hakkında uyarıda bulunularak, maslahat gereği ilmi gizli tutmanın caiz olduğu belirtiliyor.

التفاصيل

İnsanın Yaratılış Gayesi Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 51/56) Ayeti, cer harfini değerlendirerek ele aldığımızda bunun tevhid gerçeğine yönelik olduğunu görürüz. Ancak bunun ilk cümle olması bakımından bir özne (mübteda) olarak merfu olması da caizdir. İbadet "İbadet; Allah'ın (c.c.) elçileri vasıtasıyla emrettiği şeylere bağlanmak suretiyle O'na itaatte bulunmaktır." Yine şöyle der: "İbadet; zahir ve batın anlamda Allah'ın (c.c.) sevdiği ve razı olduğu bütün söz ve amelleri kapsayan genel bir kavramdır." "Bu, aslında onbeş temele dayanır. Kim bu onbeş temeli tam olarak yaparsa, kulluğun mertebelerini tamamlamış demektir. İbadet; kalp, dil ve organlarla yapılanlar olmak üzere üçe ayrılır. Kullukla ilgili hükümler; vacip, müstehab, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beştir. Bunların hepsi kalp, dil ve organlarla ilgilidir." "Esas manasıyla ibadet; boyun eğme ve yönelme demektir. Şeriatin sorumluluk çağına gelenleri yükümlü tuttuğu görevlere ibadet adı verilmiştir. Çünkü yükümlüler, İslami kurallara bağlı olarak bunları işlerler, bunları yaparken de kendilerini küçük (zelil) görerek Allah'a (c.c.) kulluk ederler. Yüce Allah (c.c.) cinleri ve insanları, sadece kendisine kulluk etsinler ve kendisini tanısınlar diye yaratmıştır. İşte bu, onların yaratılış hikmetidir." Ben de şöyle diyorum: "Bu, şer'i ve dini hikmettir." "Allah'a (c.c.) ibadet etmek; emrettiği amelleri yapmak, sakıncalı ve yasaklanmış olan amellerden de uzak durmak suretiyle Allah'a (c.c.) itaat etmek demektir. İşte bu İslam dininin hakikatidir." Yine bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak der ki: "Allah (c.c), mahlukatı yalnız kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. Kim Allah'a (c.c.) itaat ederse, mükafaatını eksiksiz olarak Allah'tan (c.c.) alır. Kim de Allah'a (c.c.) karşı gelirse, Allah (c.c.) kendisini en ağır şekilde cezalandırır. Allah (c.c.) hiçbir varlığa muhtaç değildir. Fakat bütün varlıklar her hal üzere O'na muhtaçtır. Çünkü O onları yaratan, onlara rızık verendir." "Onları ancak bana ibadet etmelerini emretmek ve bana ibadete davet etmek için yarattım." "Onları ancak kendilerine emretmem ve sakındırmam için yarattım." Zeccac ile Şeyhülislam İbni Teymiyye'nin (r.h.) tercihi de bu olmuştur. Der ki: "Nitekim bu gerçeğe şu ayet de delildir: "İnsan başıboş olarak bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet: 75/36) İmam Şafii (r.h.) de şöyle der: "O emrolunmaz, sakındırılmaz." Nitekim Kur'an'ın bir çok ayetinde: "Rabbinize ibadet edin.", "Rabbinizden korkun." buyrulmuştur. Böylece Allah (c.c), hangi şey için yaratılmışlarsa, onlara onu emretmiş, rasullerini de bu görevle göndermiştir. İşte bu mana, ayette kesin olarak belirtilmiştir. Bu, tüm müslümanların anladıkları ve hüccet ortaya koydukları manadır. Bu ayet "Biz hiçbir rasulü Allah'ın izniyle kendisine itaat olunmasından başka bir gaye ile göndermedik..." (Nisa: 4/64) ayetine benzemektedir. Halbuki gönderilen elçilere bazen itaat edildi, bazen de karşı çıkıldı. Oysa ki Allah (c.c), onları sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştı. Daha sonraları ise bu mana, bazen ibadet olunur. Bazen de olunmaz biçiminde algılandı. Oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c.) evveldir ve herşeyi yaratandır. Nitekim tevatür derecesindeki hadisler de bu manaya şehadet etmektedir. Enes b. Malik'ten (r.a.), Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:"Allah, Cehennem ehlinden azabı en hafif olana: 'Eğer dünya, dünyada var olan şeyler ve bir o kadarı da bununla birlikte senin olsaydı sen onları buradan kurtulmak için feda eder miydin?' diye sorar.Adam: 'Evet' der.Allah (c.c.) şöyle buyurur:"Sen daha Adem'in sulbünde iken, Ben bundan çok daha hafif olanını; Bana hiçbir şeyi şirk koşmamanı istedim de sen bundan kaçınıp Bana şirk koştun. Seni Cehennem ateşine koyacağım." (Buhari, Enbiya: 1, Rikak: 49, Müslim, Münafikun: 52. Ahmed: 3/127, 129, 218) Bu müşrik, Allah'ın (c.c) kendisinden istediği şeye karşı çıkarak O'na şirk koşmuştur. Oysa ki Allah (c.c), ondan hiçbir şeyi kendisine şirk koşmamak kaydıyla tevhid üzere olmasını istemiştir. İşte bu, daha önce de ifade edildiği gibi, şer'i iradedir. Allah (c.c.) şer'i iradeyi açıkladığı gibi, kevni (kaderi) iradeyi de genel ve özel olarak açıklamıştır. Bunların her ikisi de samimi ve ihlas sahibi itaatkar kimseler için kitapta bir araya getirilmiştir. Ancak kevni (kaderi) irade, isyankar kimseler hakkında tek başına ortaya çıkmış, diğer iradeden ayrılmıştır. Bu gerçeğin çok iyi anlaşılması gerekir ki, laf ebelerinin ve bu bunları izleyenlerin cehaletlerine aldanılmasın. Rasulullah'ın Gönderiliş Gayesi Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Andolsun ki biz her ümmete 'Yalnız Allah'a ibadet edin ve taguttan sakının.' diye (tebliğ etmesi için) bir rasul gönderdik. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün. " (Nahl: 16/36) Bu ayette yer alan "tağut" kelimesi; haddi aşmak manasına gelen "tuğyan" sözcüğünden türemiştir. Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle diyor: "Tağut; şeytan demektir." (Ömer (r.a.) der ki: "Cibt; sihir ve büyü demektir. Tağut da; şeytandır." Hafız (r.h.) der ki: "Tağut şeytandır. Çünkü cahiliyenin sürdürdüğü her türlü şerri kapsar. Örneğin; putperestlik, tağutların huzurunda mahkeme olmak, onlar sayesinde zafer istemek gibi." Nitekim bunu İbni Cerir (r.h.) de rivayet etmiştir. (İbni Kesir Tefsiri) Cabir (r.a.) da şöyle diyor:"Tağut: Şeytanın kendilerine inip telkinde bulunduğu kahinlerdir." Yukarıdaki her iki rivayet de İbni Ebu Hatim'den yapılmıştır. İmam Malik (r.h.) tağutu şöyle tanımlamıştır:"Allah'tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen herşey tağuttur" "Tağut; kulun kendisi sayesinde haddi aştığı her ma'bud, uyulan her sistem ve itaat olunan her şeydir. Her kavmin ya da toplumun tağutu; Allah (c.c.) ve Rasulü'nden başka kendisine muhakeme olunan, Allah'ın (c.c.) dışında kendisine ibadet edilip, körü körüne tabi olunan, insanları Allah'ın (c.c.) emirlerinden başka şeylere çağıran, Allah'ın kendisine itaat edilmesini yasakladığı her şeydir.İşte bunlar alemi peşinden sürükleyen tağutlardır. Tağut kapsamına giren şeyler konusunda dikkatle düşünülecek olursa halkın büyük bir çoğunluğundan Allah (c.c.) ve Rasulüne (s.a.v.) itaatten yüzçevirip tağutlara itaat ettikleri, onlara kul oldukları görülür." Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Andolsun ki biz her ümmete 'Yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının.' diye (tebliğ etmesi için) bir rasul gönderdik..." (Nahl: 16/36) Bu ayette Allah (c.c), her topluma bir rasul gönderdiğini ve onlara bir tek Allah'a (c.c.) kulluk etmelerini, başka varlıklara kulluk etmekten uzak durup, onları terk etmelerini emrettiği haber veriyor. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"... O halde kim tağutu inkar edip Allah'a inanırsa, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır..." (Bakara: 2/256) İşte bu, "La ilahe illallah" kelimesinin manasıdır. "Urvetü'l-vuska" yani sağlam kulpdan kasıt budur. Bütün rasuller insanları Allah'a (c.c.) ibadet etmeye çağırır, Allah'tan (c.c.) başkasına kulluk etmekten sakındırırlar. Allah (c.c.) çeşitli dönemlerde insanlara rasuller göndermiştir. Allah (c.c.) ademoğulları arasında şirkin ilk defa baş gösterdiği Nuh kavminden, son rasul olan Hz. Muhammed'e (s.a.v.) kadar her dönemde, yeryüzüne nebi ve rasuller göndermiştir. Peygamberlerin davetini doğu ve batıda insan ve cin herkes duymuş, hepsi de Rabbimizin şu ayetinde buyurduğu gerçeğe şahit olmuşlardır: "Senden önce hiçbir rasul göndermedik ki ona, 'Benden başka ibadete layık ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahiyetmiş olmayalım." (Enbiya: 21/25) Allah (c.c.)'ın Dilemesi Allah (c.c.) Nahl Suresi'nin 36. ayetinde, insanları kendisine kulluğa ve tağuttan da kaçınmaya davet ederken, müşriklerin çıkıp "Allah dilemiş olsaydı, biz O'ndan başkasına ibadet etmezdik." demeleri caiz değildir. Burada Allah'ın (c.c.) dilemesi (meşiet), olumsuz anlamda ele alınmış ve yanlış yorumlanmıştır. Çünkü dileme bir bakıma şirkin ve küfrün bir gerekçesi kabul edilmiştir. Oysa ki Allah (c.c.) rasullerin diliyle onları şirkten sakındırmıştı. Kevni anlamdaki dilemeye gelince, onların bu konuda da ellerinde herhangi bir delilleri yoktur. Allah (c.c.) Cehennemi ve şeytanlarla kafirlerden oluşan cehennemlikleri yaratmış, fakat kulları için küfre rıza göstermemiştir. Bu konuda apaçık deliller ve kesin hikmet vardır. Ayrıca Allah (c.c.) rasullerin gönderilmesinden sonra onların dünyada cezalandırılmalarına ilişkin olarak şöyle buyurmuştur: "... Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu..." (Nahl: 16/36) Bu ayeti iyi düşünmek gerekir! Bu ayet gösteriyor ki, rasullerin gönderilmesindeki hikmet; ümmetleri sadece Allah'a (c.c.) ibadete davet etmek, Allah'tan (c.c.) başkasına kulluk etmekten de sakındırmaktır. İşte tüm nebi ve rasullerin tebliğ ettikleri din budur. Şeriatleri farklı olsa da hepsinin getirdiği din birdir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"... Her birinize bir şeriat ve yol verdik..." (Maide: 5/48) Amel İmandandır Kalp ile tasdikin yanında, organlarla da amel etmek gerektiğine iman etmek gerekir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana babaya güzellikle muamelede bulunmanızı emretti. Eğer ikisinden bir veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara karşı 'öf bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle." (İsra: 17/23) Ayette yer alan "kada" kelimesi, Mücahid'e (r.h.) göre "vasiyet etti", İbni Abbas'a (r.a.) göre ise "emretti" anlamındadır. La İlahe İllallah'ın Manası Bu kelimenin manası; "Yalnızca Allah'a ibadet edin, O'ndan başkasına kullukta bulunmayın" demektir. "Sırf red ve inkar, tevhid demek değildir. Aynı şekilde, red olmaksızın kabul de tek başına geçerli değildir. Çünkü tevhid hem reddi ve hem de kabulü içerir. İşte gerçek anlamda tevhid budur." Ana-Baba'ya İyilikte Bulunmak "Ana ve babaya da ihsanda (iyilikte) bulunun." Eşi ve ortağı olmayan Allah (c.c), sadece kendisine kulluk edilmesini emredip, hemen bunun ardından ana ve babaya da iyilikte bulunulmasını emretmiştir. Nitekim bu gerçek bir başka ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "... İşte bunun için 'Bana ve ana-babana şükret' diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır." (Lokman: 31/14) "Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine 'öf bile deme, onları azarlama." Ana ve babana kötü bir söz duyurma! Kendilerine "öf" bile deme ve saygısızlık etme! Bu onları inciten sözlerin en hafif olanıdır. Senden onlara karşı çirkin bir davranış meydana gelmesin. Onlara karşı bir yanlış yapma! Ata b. Ebi Rebah'ın da dediği gibi, "Ellerin onlara kalkmasın." Allah (c.c.) kişiyi ana ve babasına karşı çirkin ve saygısız davranışlarda bulunmaktan sakındırırken, onlara karşı iyi bir şekilde davranmayı da emretmiştir. "İkisine de güzel söz söyle" Yani onlara yumuşaklıkla, güzellikle, edep ve vakarla yaklaş. "Onlara, merhametten ileri gelen tevazu kanadını indir. Ve 'Rabbim, onların küçükken bana bakıp, beni terbiye ettikleri gibi, sen de onlara merhamet et' de!" (İsra: 17/24) Yani ana ve babana karşı alçak gönüllü ol, gerek yaşlılıkları sırasında, gerek ölümleri sırasında, onlara karşı görevlerini sakın aksatma! Ana ve babaya karşı iyi davranma konusunda bir hayli hadis rivayet edilmiştir. Farklı rivayetlerle Enes (r.a.) ve başkalarından gelen hadisler buna örnektir: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) minbere çıktı ve üç kez: 'Amin, amin, amin' dedi. Sahabeler:"Ey Allah'ın Rasulü! Niçin 'amin' diyordun?" diye sordular. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:Bana Cebrail geldi de; "Ey Muhammed! Sen yanında anıldığın halde sana salat getirmeyen kimsenin iki yakası bir araya gelmesin. Sen buna 'amin' de!" dedi. Ben de 'amin' dedim. Sonra:"Ramazan ayına yetiştiği halde değerini bilmeden Ramazan ayını çıkaran ve mağfiret olunmayan kişinin de iki yakası bir araya gelmesin (burnu üzerinde sürünsün). Buna da 'amin' de!" dedi. Bende 'amin' dedim. Sonra yine:"Baba veya anasından birine ya da her ikisine yetiştiği halde onlar sebebiyle Cennete giremeyen kimsenin de iki yakası bir araya gelmesin (burnu üzerinde sürünsün). Buna da 'amin' de! dedi. Ben de 'amin' dedim." (Buhari, Birru'l-Valideyn) Ebu Hureyre'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Burnu sürtünsün, yine burnu sürtünsün, tekrar tekrar burnu sürtünsün (iki yakası bir araya gelmesin) o adamın ki, ana ve babasından birisine veya her ikisine yetişir de, onlar sebebiyle Cennete giremez." (Müslim, Birr: 9, Tirmizi, Deavat: 110) Ebu Bekre'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Size günahların en büyüğünün ne olduğunu haber vereyim mi?"Biz de şöyle dedik."Elbette ey Allah'ın Rasulü!Şöyle buyurdu:"Allah'a ortak koşmak, ana ve babaya ezada bulunmak." Kendisi bir yere yaslanmıştı, hemen doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu:"Sizi, yalan uydurmaktan (iftira ve yalancı şahitlikten) sakındırırım." Bunu o kadar tekrarladı ki, biz 'Keşke sussa' dedik. (Buhari, Edeb: 6, Müslim, İman: 1) Abdullah b. Ömer'den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Rabbinin rızası, ana ve babanın rızasının kazanılmasındadır. O'nun gazabı da, ana ve babanın memnuniyetsizliğindedir." (Tirmizi, Birr: 3) Said'den (r.a.) rivayete göre, Useyd demiştir ki: "Biz Rasulullah'ın (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Kendisine:"Beni Seleme'den bir iyilik var mı?" denildi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Evet. Onlara hayır duada bulunman ve Allah'tan (c.c.) mağfiret olunmalarını istemen, kendilerinin ölümlerinden sonra, önceki sözlerini (yapmak istedikleri şeyleri) yapman. Onların hayatta iken yaptığı sıla-i rahmi, onlar hayatta imiş gibi sürdürmen ve ana-babanın dostlarına ikramda bulunmandır." (Ebu Davud, Edeb: 129, İbni Mace, Edeb: 2) Yalnız Allah (c.c.)'a İbadet Etmek "Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendisini beğenip övünenleri elbette sevmez." (Nisa: 4/36) "Bu ayet kulların yaratılış gayesini açıklıyor ki, bu da yalnız Allah'a (c.c.) kullukta bulunmaktır. Dikkat edilirse Allah (c.c), farz kıldığı ibadetleri yasakladığı şirkle beraber zikretmiştir. Bu ayet bize ibadetin sahih olabilmesi ve Allah (c.c.) katında kabul edilmesi için kesinlikle şirkten arınmış olması gerektiğini göstermektedir. Çünkü bu olmadan ibadet sahih olamaz. Bu asıldır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "... Eğer şirk koşsalardı, kesinlikle tüm yaptıkları ameller boşa giderdi." (En'am: 6/88) "And olsun ki sana da senden önceki rasullere de şu vahyolunmuştur. 'And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan kesinlikle amellerin boşa gider ve kaybedenlerden olursun.' Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer: 39/65-66) Ayette kendisi için amel edilenin amel edenden önce zikredilmesi özellik (hasr) ifade eder. Bu durumda ayetin manası şöyle olur: "Bilakis Allah'a (c.c.) kulluk et, O'ndan başkasına değil." Nitekim Fatiha Süresindeki: "Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım bekleriz." (Fatiha: 1/5) ayetinde de bu gerçek vurgulanmıştır. Allah-u Teala tevhid gerçeğini bizlere şu ayetle bildirmiştir: "Biz bu Kitab'ı sana hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk et." (Zümer: 39/2) Din; kulluğun kendisi ve yasaklananlardan uzak durmaktır. "Emir ve yasaklar Allah'ın (c.c.) dinidir. O'nun ceza ve mükafatı da ikinci alemdedir. Daha önceden de anlatıldığı gibi bunun temeli ibadette tevhiddir. Sakın bu noktada gafil avlanmayasın." Dünkü ve Bugünkü Cahiliye "Bu ümmetin sonradan gelenlerinin çoğu haramların en başında yer alan bu şirke bulaşmışlardır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) gönderilmeden önceki cahiliye halkı böyle bir durumda idi. Tapmaklara, türbelere, ağaçlara, taşlara, tağutlara ve cinlere tapıyorlardı. Bunlar aynı zamanda Lat, Uzza, Menat, Hubel ve daha başka şeylere de tapıyorlardı. Onlar şirki din haline getirmişlerdi. Tevhid inancına davet olunduklarında onu kabul etmekten şiddetle kaçındılar ve aşağıdaki ayetler geldiğinde de, adeta öfkeden çatladılar. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:"Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler." (Zümer: 39/45) "Sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini zikrettiğin zaman, onlar gerisin geri dönüp giderler." (İsra: 17/46) "Onlara, 'Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur' denildiği zaman büyüklük taslarlardı. 'Deli bir şair için ilahlarımızı mı bırakacağız?' derlerdi." (Saffat: 37/35-36) Müşrikler "La ilahe illallah" kelimesinin manasını çok iyi bildiklerinden, bunu söylediklerinde tevhidi kabul edip, içinde bulundukları şirki terketmeleri gerektiğinin farkındaydılar. O günkü müşrikler tevhidi özellikle bu ümmetin sonra gelenlerinden, hatta sonra gelenlerin ilim sahibi olanlarından bile daha iyi anlıyorlardı. Halbuki bu ilim adamları kimi hükümlerde ve kelam ilminde dirayetleri olmasına rağmen ibadette tevhidi bilemediler, anlayamadılar... Bu yüzden tevhidin zıddı olan şirke girdiler ve bu şirki insanlara süslü gösterdiler. Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarındaki tevhidi de bilemediler ve bunu inkar ettiler. Aynı şekilde o inkar ettikleri şeyin içinde çırpınıp kaldılar. Bunun için kitaplar yazdılar, kendi inançlarının hak, diğerlerinin de batıl olduğunu ileri sürdüler. İslam'ın ve gerçek müslümanların gariplikleri giderek arttı. Onların gözünde maruf (iyilik) münkere (kötülüğe) dönüştü. Münker de maruf kabul edilir oldu. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"İslam garip olarak başladı. Nitekim başladığı gibi garip olarak devam edecektir. Ne mutlu o gariplere..." (Müslim, İman: 232, Tirmizi, İman: 13, İbn Mace, Fiten: 15, Darimi, Rikak: 42, Ahmed: 1/184, 398, 2/177, 222, 389, 4/73) Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"Yahudiler yetmişbir fırkaya, hristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Onlardan biri dışında hepsi cehennemliktir."Sahabeler:"O biri kimdir?" diye sordular."Benim ve ashabımın yolunda olanlar" buyurdu. (Tirmizi, İman: 18, İbn Mace, Fiten: 17. Bu hadis, bir çok kanaldan rivayet edilmiş sahih bir hadistir) Rasulullah (s.a.v.) haber verdiği bu durum, Hicri 3. asırdan sonra ortaya çıkmıştır. Cehalet; yani İslam dininin aslı olan tevhidi bilmeme giderek yaygınlaştı. İslam dini esas olarak, Allah (c.c.)' tan başkasına ibadet edilmesini yasaklayıp, ancak O'na ibadet edilmesini meşru kıldığı halde bu esas ölçü bırakıldı. Böylece insanlardan pek çoğunun yaptığı ibadet şirk ve bid'atlerle karışmış oldu. Allah-u Teala'ya hamdolsun ki, meseleyi delillerle ortaya koyabilecek kimseleri her zaman var etmiş, onlar toplumlarını basiretle bu gerçeğe davet etmişlerdir. Böylece Allah'ın (c.c.) hüccetlerinin geçersiz olmamasını, nebi ve rasullerine indirmiş olduğu beyyinelerin iptal edilmemesini sağlamışlardır. Bundan dolayı Allah'a (c.c.) hamdolsun. Yalnızca Allah (c.c.)'a İbadet Edip O'na Hiçbir Şeyi Ortak Koşmamak "Allah-u Teala, nebisi ve Rasulü Muhammed (s.a.v.)'e şöyle buyurmuştur: "Şu, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet eden, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiğini haram kılan müşriklere de ki: "Gelin Rabbinizin size neleri yasakladığını gerçek bir şekilde aktarayım. Bir zanna ve kuşkuya dayanarak değil, hakka bağlı kalarak, O'ndan gelen vahye dayanarak ve O'nun katından gelen bir emir olarak size okuyayım: " Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın." Bundan şu anlaşılmaktadır: "Allah size, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı tavsiye (emr) etti." Bunun için ayetin sonunda "İşte Rabbiniz size bunu tavsiye etti." buyrulmuştur. "Allah size terketmenizi emrettiği şeyi (şirki) haram kılmıştır." İbni Kudame de "el-Muğni"de "O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın" sözüyle ilgili olarak yedi görüş beyan ediyor. Bunların en güzeli, İbni Kesir'in (r.h.) zikrettiğidir. Hemen şunu da ekliyor: "Size bunu açıkladı ki, kendisine şirk koşmayasınız." Bu ikisinden birisinde var sayılan cümle konmamıştır. Bu da: "Vessaküm (size tavsiye etti, emrtti)" kelimesidir. Bunun içindir ki, Rasulullah (s.a.v.) kendilerine söylediği şeyden sorulduklarında Ebu Süfyan Herakl'e şöyle demiştir:  "O diyor ki: 'Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Atalarınızın söyleyegeldiği şeyleri de terk edin' " İşte bu, Ebu Süfyan ile başkalarının Rasulullah'ın (s.a.v.) kendilerine: "La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin" diye söylediği sözden anladıklarıdır. "Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." "Bu, kötülük çeşitlerinin tamamını genel anlamıyla yasaklamaktadır. Bunlar da Allah'ın (c.c.) yasak kıldıklarıdır. Günahın "Açığı" ve "Gizlisi" eyleme dönüştürülen iki durumdur. Dolayısıyla bu iki terim, eşyadaki açık ve gizli tüm kısımları içerir." "Biz kişiye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemeyiz." Bir kimse hakkı eda etmek için var gücünü kullanmasına rağmen yanılır ve hataya düşerse, artık kendisine herhangi bir günah yoktur. "Akraba bile olsa sözünüzde adil olun." Bir müslümanın ister yakın, ister uzak akrabalarına karşı olsun söz ve davranışlarında adaletli olması gerekir. "Gerek dost gerekse düşman hakkında olsun, sözde adil olmak demek; Rabbinin rızasının ve gazabının bu noktada değişmeyeceği anlamındadır. Aksine kişi en yakınına karşı da olsa, asla haktan ayrılmamalı, sevdiğine veya yakınına meyledici bir tavır içinde olmamalıdır. Nitekim şöyle buyrulmuştur: "... Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya daha çok yakışan bir davranıştır." (Maide: 5/8) "Allah'ın ahdini (tavsiye ve emrini) yerine getirin." Bunun yerine getirilmiş olması için, Allah'ın (c.c.) emrettiği şeylerde O'na itaat etmek ve yasakladığı şeylerden de uzak durmak gerekir. Aynı zamanda Allah'ın (c.c.) Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetiyle amel etmelidir. İşte "Allah'a verilen sözün yerine getirilmesi" böyle olur. Bir başkası da şunu söylemiştir: "İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti." sözü; bundan öğüt alasınız ve size yasaklanan şeylerden de uzak durasınız demektir." "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." Kurtubi (r.h.) şöyle diyor: "Bu oldukça önemli bir ayet olup, bir önceki ayete yöneliktir. Çünkü burada hem yasaklama hem de emir verme birlikte yer almış, Allah (c.c.) insanları kendi yolundan başka bir yola uymama konusunda uyarmıştır. Nitekim gerek sahih hadisler gerekse selef sözleri bu gerçeği açıklamaktadır. 'Enne' burada nasb edatı olarak gelmiştir." Bu, Arap filologlarından Ferra ile Kisai'den gelen rivayettir. Aynı zamanda bunun mecrur olması da caizdir. Ayette yer alan "sırat" kelimesi "yol" demektir. Bununla da İslam dini kastedilmiştir. Müstakim" kelimesi hal olarak nasb olunmuştur. Anlamı da: "Kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan doğru ve eksiksiz yol" demektir. İnsanlar bu yoldan başka pek çok yollar uydurmuşlardır. Kim bunları uymaz da doğru olan yola uyarsa, kurtuluşa erer. Kimde farklı farklı yollara saparsa, o yolların sonunda Cehennem ateşine girer. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:" Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır." İbni Mesut (r.a.) demiştir ki: "Rasulullah (s.a.v.) eliyle bir çizgi çizdi. Sonra da:"İşte bu, Allah'ın dosdoğru olan yoludur." buyurdu. Daha sonra, önce çizdiği çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi, sonra da şöyle buyurdu:"İşte bunlar da başka yollardır. Bu yolların her birisinin başında insanları kendisine çağıran bir şeytan vardır. Sonra da: "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın..." mealindeki ayeti okudu." (Ahmed. Nesai, Darimi, İbni Ebu Hatim ve Hakim sahih hadis) Mücahid de (r.h.): "Başka yollara uymayın" ayetini; "Bid'atlere ve insan arzusunun ürünü olan yollara uymayın" diye açıklamıştır. "Sırat-ı Müstakim" hakkında gayet özlü bir söz söyleyelim. Bilindiği gibi insanlar, sıfatlar ve sıfatlara yönelik konularda farklı farklı görüşler ortaya atmışlardır. Allah (c.c.) sıfatlar konusunda kullarına doğru yolu göstermiştir. Ancak bu yol onları Allah'a (c.c.) ulaştırır. Bu yoldan başka O'na giden yol yoktur. Aksine öteki yolların tümü insanlara kapalıdır. Sadece Allah'ın (cc.) rasulleri vasıtasıyla gösterdiği yol bundan müstesnadır. Allah (cc.) bu yolu, ibadet için kendisine ulaştıran bir yol kılmıştır. Bu, ibadette Allah'ı (c.c.) birlemek, itaatte de rasullerine uymaktır. Allah'a (c.c.) ibadette kimseyi O'na ortak koşmamak, rasullerine itaat konusunda da başka kimseyi onlara itaate ortak yapmamaktır. Yalnızca tevhidi yaşamak ve Rasulullah'a (s.a.v.) uymaktır. İşte bütün bunlar şehadet kelimesinin kapsamında yer alan hükümlerdir. "Sırat-ı Müstakim" ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, hepsi şu esasın içindedir: Allah'tan (cc.) başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahitlik... Bu şahitliğin özelliğine gelince; Bu, kalple Allah'ı (c.c.) sevmek, O'nun rızasını kazanmak için tüm gayretini ortaya koymaktır. Öyle ki kalpte Allah (c.c.) sevgisinden başka bir sevgiye yer ayırmamalı, O'nun rızasını kazanmaktan başka bir şeye fırsat vermemesidir." "Bu şahitliğin ilki: "Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığı"nı bilmek ve bunu pratik hayatta göstermekle yapılır. İkincisi de: "Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın rasulü olduğuna şehadette bulunmak"la sağlanır. İşte hidayet ve gerçek din budur. Bu gerçeği bilmek, tanımak ve bununla gereği gibi amel etmek, Allah'ın (c.c.) rasulleriyle gönderdiği bu gerçeği tanımak ve bunun gereklerini yerli yerince ve eksiksiz yapmak gerekir. Doğru olmak şartı ile bu eksen çerçevesinde bunu destekleyici ve açıklayıcı birçok şey söylenebilir." Sehl b. Abdullah der ki: "Size sünnete bağlı kalmanızı tavsiye ederim. Benim tek endişem birisi Nebi'ye (s.a.v.) uymak gerektiğini-söylediğinde, bu kişinin kötülenmesi ve ondan nefret edilip, uzaklaşılmasıdır." İbni Mesud (r.a.) diyor ki: "Üzerinde Rasulullah'ın (s.a.v.) mührü bulunan vasiyeti görmek isteyen şu ayetleri okusun: "De ki: "Gelin, size Rabbinizin neleri haram kıldığını söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin... işte bu benim dosdoğru yolumdur..." (En'am: 6/151-153)  (Buhari, Libas: 46, Müslim, Libas: 56, Tirmizi, Libas: 6, İbni Mace, Libas: 39-41) Kim, yazılıp mühürlenen ve üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayan bir vasiyete bakmak isterse En'am Suresinin 151-153. ayetlerini okusun. Burada Rasulullah'ın vasiyeti, yazılan ve bitirilince mühürlenen bir yazıya benzetilmiştir ki, buna ne bir ilave yapılabilir, ne de ondan herhangi bir şey çıkartılabilir. Zira (s.a.v.) Allah'ın (cc.) kitabıyla vasiyet etmiştir. Müslim'in rivayeti de bu şekildedir: "Doğrusu ben size bağlı kalmanız halinde asla sapmayacağınız bir şeyi emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı (Kur'an)..." Ubade b. Samid'in (r.a.) rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.): "Hanginiz şu üç ayet üzerine bana bey'at eder?" buyurdu ve En'am Suresinin 151-153. ayetlerini sonuna kadar okudu. Sonra da şöyle buyurdu: "Kim, bunlara uyarsa, onun ecri Allah'a aittir. Kim bunlardan bir şeyi eksik yaparsa, Allah kendisine henüz dünyada iken cezasını yetiştirir. Kimin işini de ahirete ertelerse, artık onun işi Allah'a kalmıştır, dilerse onu cezalandırır, dilerse bağışlar." (İbni Ebu Hatim, Sahih, Muhammed b. Nasr İ'tisam) "Bu Kitabı sana her şey için bir açıklama, hidayet ve rahmet kaynağı, müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik." (Nahl: 16/89) Allah (c.c.)'ın ve Kulların Hakkı Muaz b. Cebel (r.a.) diyor ki: "Rasulullah'ın (s.a.v.) bindiği merkebin terkisinde bulunuyordum. Bana dedi ki: "Ey Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?" Dedim ki: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir." Buyurdular ki: "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı: Yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarına azap etmemesidir." Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bunu herkese müjdeleyeyim mi?" Buyurdu ki: "Hayır, müjdeleme! Sonra buna güvenirler (salih amelleri terkederler)." ("Nihay" adlı eserde: "O bir ok atımı önde olacaktır." şeklindedir. Başka bir rivayette: "Bir mil önde olacaktır." daha başka bir rivayette ise: "Gözün görebildiği bir mesafe kadar önde olacaktır." şeklindedir. Bu üç rivayet hadisin manasını daha iyi ortaya koymaktadır) Muaz'ın (r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) bindiği merkebin terkisinde bulunuyordum." sözü, bir merkebe iki kişinin binmesinin caiz olduğunu ve Muaz b. Cebel'in (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) katında seçkin bir yeri olduğunu göstermektedir. Bir rivayete göre, bu merkebin adı, Ufeyr idi. Onu Rasulullah'a (s.a.v.) Mısır Meliki Mukavkıs armağan etmişti. Rasulullah'ın (s.a.v.) merkebe binmesi ve Muaz'ı (r.a.) arkasına alması, onun alçak gönüllülüğünü de gösterir. Çünkü kibirli kimseler böyle yapmazlar. Burada "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir biliyor musun?" sözü ile, söylenmek istenen şeyden önce soru sorulmuştur. Bunun amacı, anlatılmak istenen konunun zihinlerde kalıcı olması ve meselenin öğrenci tarafından daha iyi anlaşılmasıdır. Yalnızca Allah (c.c.)'a İbadet Etmek "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı", Allah'ın (c.c.) yaptıkları ve verdikleri bakımından, onlardan beklediği kulluk görevidir. "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" sözü ile, kulların ibadette Allah'ı (c.c.) tek olarak tanımaları gerektiği vurgulanmıştır. Burada, ibadet konusunda Allah'ı (c.c.) tek tanımanın ve şirki terketmenin gerekliliği anlatılmak istenmiştir. Muhammed b. Abdu'l Vehhab'ın: "Şu gerçeği iyi bilmek gerekir: İbadet, bizzat tevhidin kendisidir. Zaten müşriklere düşmanlık da bundan dolayıdır." sözünün anlamı da budur. Kudsi hadislerde şu şekilde geçmektedir: "Ben, cinler ve insanlar büyük bir haber içindeyiz. Ben yaratıyorum, Benden başkasına ibadet ediliyor. Rızık veren Benim, şükür gören (teşekkür edilen) başkası. Benim hayrım kullara inmeye devam ediyor. Onların kötülükleri de bana yükseliyor. Ben onları hikmetlerimle severken, onlar günahlarla beni kendilerine buğzetmeye sevkediyorlar." (İbn Asakir) Allame İbni Kayyım (r.h.) ibadeti şöyle tanımlamıştır: "Rahman'a ibadet, sonsuz bir sevgiyle ve bir hiç olduğunu bilerek ibadet etmektir." Allah (c.c.)'ın Kullarına Olan Lütfü "Kulların Allah üzerindeki hakkı" ise Allah'ın (c.c.) kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarını mükafatlandırmasıdır. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın vaadi haktır. Allah vaadinden dönmez..." (Rum: 30/6) Şeyhülislam İbni Teymiyye (r.h.) der ki: Allah'a (c.c.) itaat eden bir kimsenin ödüllendirilmesi; Allah (c.c.) tarafından nimetlendirilmesi ve fazilet sahibi kılınmasıyladır. Yoksa bir yaratığın başka bir yaratığa üstünlük kazanması şeklinde değildir. Bazı insanlar hak elde etmek gibi bir şeyin varlığını kabul ederek diyorlar ki: Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Müminlere yardım etmek bizim üzerimizde bir haktır." (Rum: 30/47) Ancak, Kitap ve Sünnete uyan müslümanlar şöyle diyorlar. "Allah (c.c.) kendisine rahmeti (merhameti) yazdı ve yine kendi nefsine hakkı gerekli kıldı. Bu gerekliliği herhangi bir yaratık koymadı." Mutezile mezhebi bağlıları ise şu tezi savunuyorlar: "Bu Allah'ın (c.c.) üzerine gereklidir. Çünkü kullar, Allah'ın (c.c.) bir etkisi olmaksızın O'na itaat etmişlerdir. Dolayısıyla kullar Allah (c.c.) olmaksızın hak elde etmiş oluyorlar." Mutezile mezhebi burada yanılgıya düşmüştür. Aynı şekilde Cebriye, Kaderiye ve onları izleyen Cehmiye mezhepleri de yanılmışlardır (Kaderiye'den maksat, kaderi inkar edenlerdir). Kurratu'l-Uyun'da şöyle deniyor: "Kulların Allah (c.c.) üzerindeki hakkı, kendisine şirk koşmayanlara azap etmemesidir. Bu Mutezile mezhebinin savunduğu gibi, "Allah (c.c.) üzerine gerekli" anlamında değildir. Ancak noksan sıfatlardan uzak olan Allah (c.c), ikram ve ihsan olarak samimi ve ihlas sahibi müminlere yapacağı bir iyiliktir. Bu kimseler önemli gördükleri şeylerde, korku ve umutlarında asla Allah'tan (c.c.) başkasına yönelmeyenlerdir. En iyisini bilen Allah (c.c.)'tır " "Kulların Allah üzerindeki hakkı, kendisine şirk koşmayanlara azap etmemesidir." Bu ifadede sadece şirk yasağını bildirilmekle yetinilmiştir. Çünkü bu, doğal olarak tevhidi ve ardından da risaletin gerekliliğini ortaya koyar. Çünkü Allah Rasulü'nü (s.a.v.) yalanlayanlar, bizzat Allah'ı (c.c.) yalanlamış olurlar. Allah'ı (c.c.) yalanlayanlar ise, müşriktirler. Bu durum "Abdest alanın namazı sahihtir" ifadesiyle "Abdesti tüm şartlarına bağlı kalarak alan" kimsenin kastedilmesi gibidir. Burada Muaz'ın (r.a.) "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" sözü ile, öğrencinin, öğretmen karşısındaki edebi sergilenmektedir. Zira bilmeyen ve bir şeyler soran kimseden beklenen cevap budur. Oysa çoğu kimse böyle yapmamaktadır. Muaz'ın (r.a.): "Ey Allah'ın Rasulü! Bunu herkese müjdeleyeyim mi?" ifadesiyle müslümanları sevindirecek müjdeyi duyurmanın güzel oluşu belirtiliyor. Ashabın böyle yaptıkları da anlaşılmış oluyor. Nebi (s.a.v.) ile müşrikler arasındaki düşmanlığın sebebi: "La ilahe illallah" kelimesidir. Bu kelime biri reddi, diğeri kabulü içeren iki kısımdan oluşur: 1 - "La ilahe" ifadesinde, halkın tapındıkları tüm ilahlara, putlara ve tağutlara red vardır. 2 - "İllallah" ifadesinde ise, Allah'ın (c.c.) varlığını ispat ve sadece ona kulluğun kabulü vardır. Özet: Bu hadisle yalnız Allah (c.c.) ibadet edilmesi, şirk koşulması halinde hiçbir şeyin fayda sağlamayacağı, ana baba hakkının önemi ve onlara eza vermenin haramlığı ele alınarak, En'am Süresindeki muhkem ayetlerin azameti hakkında uyarıda bulunularak, maslahat gereği ilmi gizli tutmanın caiz olduğu belirtiliyor.