الوكيل
كلمة (الوكيل) في اللغة صفة مشبهة على وزن (فعيل) بمعنى (مفعول) أي:...
Abdullah b. Ömer İbni’l-Hattâb -radıyallahu anhumâ-’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir: Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar.Yağmura yakalandılar.Dağdaki bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler. İçlerinden biri söze başlayarak: Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! Diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi. Bir diğeri söze başladı: Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona yüz dinar altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka rivâyete göre: Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım. Allahım! Eğer ben bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kayanın üçte ikisi açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi. Üçüncü adam da: Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım.Bu paradan sığırlar ve çoban aldım. Bir gün bu adam çıkageldi. Bana: Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona: Şu gördüğün sığırlar ve çobanı senindir dedim.Adamcağız: Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim.Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı.
Üç kişi bir yolculuğa çıktılar.Yağmur yağdı.Yağmurun aşırılığından korunmak için bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: Yaptığınız en iyi amelleri anlatarak Allah’a dua edin umulur ki Allah sizi kurtarır ve bu kayayı kaldırır.Üç kişiden biri söze başlayarak: Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı.Otlağa çıkıp develeri otlatıyordum.Develerimi sağıyordum.Anne ve babama getirip sütü veriyordum onlarda içiyorlardı.Sonra da küçük çocuklarımı,hanımımı,ailemden geri kalan erkek kardeşim,kız kardeşim onlara süt içirirdim.Bir gece hesapta olmayan bir iş sebebiyle geç kaldım.Birde bakayım anne ve babam uyumuşlar.Süt sağdığım gibi sağdım.Baş taraflarında durdum.Onları uyandırmayı hoş görmedim.Çocuklarıma ve ehlime onlardan önce süt vermeği hoş görmedim.Çocuklarım aşırı açlık sebebiyle ayaklarımın dibimde ağlıyor ve bağrışıyorlardı.Fecir doğana kadar benim ve onların durumu böyle devam etti.Fecir doğunca uyandılar.Onlara süt içindim sonra da çocuklarıma süt içiedim.Ey Alah'ım! Benim bunu Senin rızanı talep etmek için yaptığımı biliyorsan bu kayayı biraz aç ki göğü görelim.Allah onlara yardım etti ve o açılan yerden göğü gördüler.İkincisi dedi : Ev Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona yüz dinar (altın) verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka rivâyete göre: Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım. Allahım! Eğer ben bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kayanın olduğu yerin üçte ikisi açıldı.Üçüncü adam da: Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum.Ona onaltı Ratl mısır verdi.Ücretini verdim. Ücretini almadan gitti.Mısırları aldım ve ektim.Onları ekip biçmeye devam ettim.Daha sonra onunla sğır ve çobanını satın aldım.Bir gün bu adam çıkageldi. Bana: Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona: Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız: Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim.Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kısımda iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler.
رمضانُ شهرُ الانتصاراتِ الإسلاميةِ العظيمةِ، والفتوحاتِ الخالدةِ في قديمِ التاريخِ وحديثِهِ.
ومنْ أعظمِ تلكَ الفتوحاتِ: فتحُ مكةَ، وكان في العشرينَ من شهرِ رمضانَ في العامِ الثامنِ منَ الهجرةِ المُشَرّفةِ.
فِي هذهِ الغزوةِ دخلَ رسولُ اللهِ صلّى اللهُ عليهِ وسلمَ مكةَ في جيشٍ قِوامُه عشرةُ آلافِ مقاتلٍ، على إثْرِ نقضِ قريشٍ للعهدِ الذي أُبرمَ بينها وبينَهُ في صُلحِ الحُدَيْبِيَةِ، وبعدَ دخولِهِ مكةَ أخذَ صلىَ اللهُ عليهِ وسلمَ يطوفُ بالكعبةِ المُشرفةِ، ويَطعنُ الأصنامَ التي كانتْ حولَها بقَوسٍ في يدِهِ، وهوَ يُرددُ: «جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا» (81)الإسراء، وأمرَ بتلكَ الأصنامِ فكُسِرَتْ، ولما رأى الرسولُ صناديدَ قريشٍ وقدْ طأطأوا رؤوسَهمْ ذُلاً وانكساراً سألهُم " ما تظنونَ أني فاعلٌ بكُم؟" قالوا: "خيراً، أخٌ كريمٌ وابنُ أخٍ كريمٍ"، فأعلنَ جوهرَ الرسالةِ المحمديةِ، رسالةِ الرأفةِ والرحمةِ، والعفوِ عندَ المَقدُرَةِ، بقولِه:" اليومَ أقولُ لكمْ ما قالَ أخِي يوسفُ من قبلُ: "لا تثريبَ عليكمْ اليومَ يغفرُ اللهُ لكمْ، وهو أرحمُ الراحمينْ، اذهبوا فأنتمُ الطُلَقَاءُ".