المحيط
كلمة (المحيط) في اللغة اسم فاعل من الفعل أحاطَ ومضارعه يُحيط،...
İnsanların hesabı yaklaşmış olmasına rağmen onlar, gaflet içinde yüz çeviriyorlar.
Rablerinden gelen her yeni hatırlatma ancak alay ederek dinlerler.
Zalimler kalpleri gaflet içerisinde gizlice fısıldaşıyorlar: Bu, (Muhammed) sizin gibi bir insandan başka bir şey mi? Şimdi göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?
Peygamber: "Rabbim gökte ve yerde ne söyleniyorsa bilir" dedi. O her şeyi işitendir, her şeyi bilendir!
Hayır, dediler. Bunlar karma karışık rüyalardır. Hayır, onu o uydurmuştur. Hayır, O şairdir! Haydi, önceki peygamberler gibi bize bir ayet/mucize getirsin!
Onlardan önce, helâk ettiğimiz şehir halkı da iman etmemişti. Bunlar mı edecek?
Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlar/kişiler dışında (melekleri) peygamber göndermedik. Zikir ehline sorun, eğer bilmiyorsanız.
Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar temelli kalıcılar da değillerdi.
Onlara verdiğimiz sözü tuttuk, onları ve dilediklerimizi kurtardık, haddi aşanları ise helâk ettik.
Size de, içinde sizin zikriniz/şerefiniz olan bir kitap indirdik. Hâlâ, akletmiyor musunuz?
Biz zalim olan nice ülkeleri kırıp geçirdik. Onlardan sonra, başka bir toplum var ettik.
Azabımızı hissettikleri zaman, ondan süratle kaçıyorlardı.
Kaçmayın, içinde bulunduğunuz refaha ve evlerinize dönün. Belki size bir şey sorulur.
Bu haykırışları devam edip dururken, biz onları biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirdik.
Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
Eğer bir oyun/eğlence edinmek isteseydik, yapmak istediğimiz takdirde onu kendi katımızdan edinirdik.
Bilakis, biz hakkı batılın üstüne atarız. O da o, batılın işini bitirir. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. (Allah’ı) vasfettiğiniz sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!
Göklerde ve yerde kim varsa Allah’a aittir. O’nun katında bulunanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler ve usanmazlar.
Gece ve gündüz durmaksızın O’nu tesbih ederler.
Yoksa onlar, yeryüzünde ilahlar edindiler de onlar mı ölüyü diriltecekler?
Oysa yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, yer de gök de bozulup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasfettiği sıfatlardan münezzehtir.
O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler.
Yoksa, O’ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: Haydi delilinizi getirin! İşte bu, benimle beraber olanların zikri ve benden öncekilerin zikridir. Fakat, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, ama buna rağmen yüz çeviriyorlar.
Senden önce hiç bir rasûl göndermedik ki ona: Benden başka (hak) ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin! diye vahyetmiş olmayalım.
Rahman, çocuk edindi, dediler. O, münezzehtir. Aksine onlar değerli kullardır.
Onun sözünün önüne geçmezler ve O'nun emriyle yapıp ederler.
Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. O’nun korkusundan, sakınıp ürkerler.
Onlardan kim: Allah’tan başka ben de ilahım! derse, onu Cehennem'le cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.
Kâfirler, görmez mi ki gökler ve yer birleşik iken onları (biz) ayırdık ve her şeye sudan hayat verdik. Hâlâ iman etmezler mi?
Sarsılmasınlar diye yeryüzünde sabit dağlar kıldık, yol bulmaları için orada geniş geniş yollar var ettik.
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Buna rağmen onlar, bundaki ayetlerden yüz çeviriyorlar.
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Hepsi bir yörüngede yüzer.
Senden önce hiç bir insanı ebedi/ölümsüz kılmadık. Sen öleceksin de onlar ebedi olarak kalacaklar mı?
Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi şer ve hayırla sınarız. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
Kâfirler seni gördüklerinde, ancak seninle alay ederler: İlahlarınızı diline dolayan bu mu? derler. İşte Rahman’ın zikrine/kitabına kâfir olanlar onlardır.
İnsan aceleci yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, onun için acele etmeyin.
Doğru söylüyorsanız bu vaat ne zamandır? derler.
O kâfirler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi engelleyemeyecekleri ve yardım da göremeyecekleri zamanı bir bilselerdi.
(Azap) onlara aniden gelecek ve onları dehşete düşürecektir. Onu geri çevirmeye asla güçleri yetmeyecek ve onlara mühlet de verilmeyecektir.
Senden önceki rasûllerle de alay edilmiş ama, alay edenleri eğlendikleri o şey kuşatıverdi.
De ki: Gece ve gündüz sizi Rahman’dan kim koruyabilir? Hayır! Onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviriyorlar.
Yoksa onların, bizden başka, kendilerini (azabımızdan) koruyabilecek ilahları mı var? Oysa o ilahları, kendilerine bile yardım edemezler. Bizden bir korunma/sığınma verilmez.
Evet, biz onlara da atalarına da geçimlikler verdik. Öyle ki, uzun süre yaşadılar. Oysa onlar, bizim gelip yeri her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelen onlar mı?
De ki: Sizi ancak vahiy ile uyarıyorum. Uyarıldıkları zaman ancak sağırlar çağrıyı işitmez.
Onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunsa: Eyvah, biz gerçekten zalimlerden idik, derler.
Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç bir nefis zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.
Musa ve Harun'a, takva sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik
Onlar, görmedikleri halde Rablerinden korkan ve kıyamet saatinden de sakınan kimselerdir.
İşte, bu da indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi bunu inkar mı ediyorsunuz?
Daha önce de İbrahim’e rüştünü verdik. Ve biz onu bilenlerdendik.
Babasına ve kavmine: Kendilerine ısrarla bağlanıp (ibadet ettiğiniz) bu heykeller nedir? demişti.
Onlar ise: Atalarımızı onlara ibadet ederken bulduk, dediler.
Hiç kuşkusuz siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorsunuz, dedi.
Bize hakkı mı getirdin, yoksa bizimle alay mı ediyorsun? dediler.
Hayır, sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır. Ben de buna şahit olanlardanım.
Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım.
Sonunda İbrahim hepsini paramparça edip içlerinden büyüğünü ona müracaat ederler diye (sağlam) bıraktı.
İlahlarımıza bunu kim yaptı? Elbette o zalim biridir, dediler.
İbrahim denilen bir gencin onları andığını duymuştuk, dediler.
Şahitlik etmeleri için onu halkın gözü önüne getirin, dediler.
Dediler ki: Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?
Hayır, onu şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa onlara sorun, dedi.
Bunun üzerine kendilerine gelip: "Siz, gerçekten zalimler kimselersiniz" dediler.
Sonra yine başları üzerine döndüler ve: "Onların konuşamayacağını sen çok iyi bilirsin" dediler.
İbrahim: "O halde Allah’ı bırakıp da size hiç bir şekilde fayda ya da zarar vermeyen şeylere mi ibadet ediyorsunuz?" dedi.
Yuh olsun size ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinize! Hiç akletmiyor musunuz?
Eğer bir şey yapacaksanız, onu yakın ilahlarınıza yardım da bulunun, dediler.
Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol! dedik.
Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz ise onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Onu da Lût’u da alemler için mübarek kıldığımız yere (ulaştırıp) kurtardık.
Ve ona İshak’ı, üstelik bir de Yakub’u bağışladık. Her ikisini de salih kimseler kıldık.
Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler kılıp, onlara hayır işlemeyi, namazı ikame etmeyi, zekatı vermeyi vahyettik. Onlar, (yalnız) bize ibadet eden kimselerdi.
Lut’a da hüküm/peygamberlik ve ilim verdik. Onu çirkin iş yapan memleketten kurtardık. Gerçekten onlar, fasık olan kötü bir toplum idi.
O’nu da rahmetimize dahil ettik. Çünkü o, salih kimselerdendi.
Hani Nuh, daha önce dua etmişti de, biz de ona icabet etmiştik. Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
Ayetlerimizi yalanlayan kavme karşı ona yardım etmiştik. Çünkü onlar kötü bir toplum idi. Bu sebeple onların hepsini suda boğmuştuk.
Davud ve Süleyman’ı da an. Hani onlar, bir topluluğa ait koyun sürüsünün içine girip yayıldığı ekin (tarlaları) hakkında hüküm veriyorlardı. Biz, onların verdiği hükme de şahittik.
Biz bunu (yargılamayı) Süleyman'a kavrattık. Her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye dağları ve kuşları hizmetine verdik. Bunları yapan biz idik.
O’na sizi savaş sıkıntısından koruması için zırh yapmayı öğrettik. Peki siz, şükrediyor musunuz?
Şiddetle esen rüzgarları da Süleyman’ın hizmetine sunmuştuk. Rüzgar onun emriyle, bereketlendirdiğimiz yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliyorduk.
Denize dalan ve bundan başka işleri de gören şeytanları da ona boyun eğdirdik. Onları gözetip, koruyanlardık.
Eyyûb da: Başıma bir bela geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin, diye seslendiği zaman...
Onun duasını kabul etmiş ve sıkıntısını kaldırmıştık. Ona, katımızdan bir rahmet ve ibadet edenlere bir öğüt olarak (kaybettiği) ailesini ve onlarla beraber bir mislini, daha vermiştik.
İsmail, İdris ve Zülkifl de (an). Hepsi sabredenlerdendi.
Onları rahmetimize dahil etmiştik. Çünkü onlar salih kimselerdi.
Zunnûna da (an)... Hani o, öfkeli olarak giderken, kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Karanlıklar içinde seslendi: Senden başka (hak) ilah yoktur, sen (tüm noksanlıklardan) münezzehsin. Gerçekten ben, zalimlerden oldum.
Onun duasını kabul ettik. Onu kederden kurtardık. İşte müminleri böyle kurtarırız.
Zekeriya da Rabbine: Rabbim, beni tek başıma bırakma, sen mirasçıların en iyisisin, diye seslenmişti.
Onun duasını kabul etmiş ve ona Yahya’yı bağışlamış, eşini de (doğum yapabilmeye) elverişli bir hale getirmiştik. Onlar, hayırlarda yarışıyorlar, korku ve ümit ile bize dua ediyorlardı. Bize karşı son derece huşû içinde olurlardı.
Irzını koruyan (Meryeme) de ruhumuzdan üflemiş, onu da oğlunu da alemlere bir ayet/işaret kılmıştık.
İşte bu, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, o halde (yalnızca) bana ibadet edin.
Aralarındaki (din) işlerini paramparça ettiler. Hepsi bize dönecektir.
Kim de mümin olarak salih ameller işlerse, onun çabasına inkâr yoktur. Çünkü biz onu yazmaktayız.
Helâk ettiğimiz bir belde halkının da (bize) dönmemesi imkansızdır
Nihayet Ye'cuc ve Me'cuc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman;
İşte hak olan vaat yaklaşmıştır. İşte o zaman kafirlerin gözleri dehşetten donakalır Eyvah bize! Bundan önce biz gaflet içindeydik. Biz gerçekten zalim kimselerdik (derler).
Siz ve Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz Cehennem'in yakıtısınız. Oraya gireceksiniz.
Eğer onlar, (hak) ilah olsaydı oraya girmezlerdi. Ama hepsi orada ebedi kalacaklardır.
Onlar için bir inleme ve soluma vardır! Ve onlar orada (hiçbir şey) işitmezler.
Bizden kendilerine önceden güzel bir söz verilmiş olanlar (var ya), işte onlar, ondan (ateşten) uzaklaştırılmış olanlardır.
Onun uğultusunu duymazlar. Nefislerinin arzu ettiği şeyler içinde ebedi kalırlar.
O en büyük korku bile onları üzmez. Melekler onları: Size söz verilen gün, işte bu gündür, diyerek karşılarlar.
O gün yazılı kâğıdın dürüldüğü gibi göğü düreriz. ilk defa yaratmaya başladığımız gibi yine onu tekrar ederiz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu yapacak olan biziz.
Zikir'den sonra (Levh-i Mahfuz'da yazılmasının ardından), (Geçmiş kitaplarda) Zebur’da da yeryüzüne salih kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık.
Elbette bu (Kur’an’da) abid kimseler için açık bir öğüt vardır.
Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.
De ki: Ancak bana, ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Hâlâ Müslüman olmayacak mısınız?
Eğer yüz çevirirlerse de ki: Size eşit olarak (hakikati) açıkladım. Tehdit olunduğunuz şey yakın mı yoksa uzak mı bilemem.
Şüphesiz Allah, açığa vurulan sözü de gizlediğiniz sözü de bilir.
Bilemem, belki bu sizi denemek ve bir süreye kadar faydalandırmak içindir.
Rabbim, dedi. Hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz Rahman'dır. Sizin vasfettiklerinize karşı yardım talep edilendir, dedi