البحث

عبارات مقترحة:

الواسع

كلمة (الواسع) في اللغة اسم فاعل من الفعل (وَسِعَ يَسَع) والمصدر...

النصير

كلمة (النصير) في اللغة (فعيل) بمعنى (فاعل) أي الناصر، ومعناه العون...

المؤمن

كلمة (المؤمن) في اللغة اسم فاعل من الفعل (آمَنَ) الذي بمعنى...

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

1- ﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ المر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ ۗ وَالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ﴾


(Elif Lâm Mîm Râ) Bakara Suresinin başında buna benzer harfler hakkında açıklama yapılmıştır. Bu yüce ayetler bu surede zikredilmiştir. -Ey Rasûl!- Allah'ın sana indirdiği Kur'an içinde uydurma bulunmayan hak olan (bir kitaptır), Allah'ın katından olduğunda şek şüphe yoktur. Ancak insanların çoğu inat ve kibirlerinden dolayı ona iman etmezler.

2- ﴿اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ﴾


Allah gökleri gördüğünüz gibi herhangi bir dayanak olmadan yükseltip yaratandır. Sonra temsîl (benzetme) ve tekyîf (keyfiyet verme) olmaksızın şanına yakışır bir şekilde Arş'ın üzerine yükselmiştir. Güneşi ve ayı faydalanmaları için mahlukatının hizmetine sunmuştur. Güneş ve aydan her biri Allah'ın ilmiyle belirli bir süre (yörüngelerinde) akıp gitmektedir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- göklerde ve yerdeki işleri dilediği gibi yönetmektedir. Kıyamet günü Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız ve o güne salih amellerle hazırlık yapasınız diye kudretine delalet eden ayetleri açıklar.

3- ﴿وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا ۖ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ ۖ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ﴾


O -Subhânehu ve Teâlâ- yeryüzünü yayıp döşeyen, orada insanlar ileri geri sallanmasın/sendelemesin diye sabit dağlar yaratan, orada her türlü meyve ve hayvanlardan erkek ve dişi iki sınıf yaratan, geceyi gündüzün üstüne örten, ışık saçarken karanlığa gömendir. Şüphesiz ki bu zikredilen şeylerde Allah'ın yarattıklarını düşünüp tefekkür eden toplumlar için apaçık deliller vardır. İşte onlar bu apaçık delillerden istifade ederler.

4- ﴿وَفِي الْأَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَىٰ بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الْأُكُلِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ﴾


Yeryüzünde birbirine yakın araziler vardır. Orada üzüm bağları, ekinler, bir gövdeden ve farklı farklı gövdelerden çıkan hurma ağaçları vardır ki bu bahçeler ve ekinler aynı su ile sulanır. Yanyana olmasına ve aynı yerden sulanmasına rağmen tat ve fayda bakımından bazısını bazısına üstün kıldık. Şüphesiz bu zikredilenlerde aklını kullanan toplum için deliller vardır. Çünkü onlar bundan ibret alan kimselerdir.

5- ﴿۞ وَإِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَإِذَا كُنَّا تُرَابًا أَإِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ ۗ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ وَأُولَٰئِكَ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ ۖ وَأُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ﴾


-Ey Rasûl- Eğer bir şeye şaşıracaksan, onların yeniden dirilmeyi yalanlamalarına şaşırman daha hakkaniyetlidir. İnkar etmelerine delil olarak şunu söylemişlerdir: Biz öldükten sonra toprak olup, çürüyerek ufalanmış kemiklere dönüşünce yeniden mi hayat bulacağız? İşte bunlar Rablerini inkâr ederek öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkâr eden kimselerdir. Aynı zamanda O'nun (Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'nın) öldükten sonra yeniden ölüleri diriltmeye kadir olduğunu da inkâr etmişlerdir. Kıyamet günü onların boyunlarına ateşten zincirler vurulur. Ve onlar cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Onlar yok olmayacak ve onlardan azap hiç kesilmeyecektir.

6- ﴿وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُ ۗ وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلَىٰ ظُلْمِهِمْ ۖ وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ﴾


-Ey Rasûl- Müşrikler senden azabın gelmesi için acele etmeni istiyorlar. Allah'ın kendilerine takdir ettiği nimetlerin tamamlanmasından önce azabın inmesini yavaş buluyorlar. Hâlbuki daha önceden onların emsali olan inkârcı topluluklar için nice azaplar gelip geçmiştir. Neden bundan ibret almazlar? -Ey Rasûl!- Şüphesiz senin Rabbin zulümlerine rağmen insanları bağışlayandır. Allah'a tevbe etmeleri için insanlara azap etmekte acele etmez. Eğer tevbe etmezlerse küfürlerinde ısrar edenler için de azabı pek çetindir.

7- ﴿وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ ۗ إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرٌ ۖ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ﴾


Allah'ı inkâr edenler - sürekli olarak yüz çeviren ve inatçı olanlar-: "Musa ve İsa'ya indirildiği gibi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem'e de Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" diyorlar. Ancak sen -Ey Rasûl- Allah'ın azabından insanları korkutmakla görevlisin. Allah'ın sana verdiği mucizelerden başka mucize gösteremezsin. Her topluluk için onlara hak yolu gösteren ve ona çağıran bir peygamber vardır.

8- ﴿اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنْثَىٰ وَمَا تَغِيضُ الْأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ ۖ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ﴾


Yüce Allah her dişinin karnında neyi taşıdığını ve onun hakkındaki her şeyi bilir. Rahimlerde meydana gelen eksikliği, fazlalığı, sağlıklı olanı ve hasta olanı da bilir. Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'nın katında her şey bir ölçü iledir, ne artar ne de eksilir.

9- ﴿عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ﴾


Çünkü O -Subhânehu ve Teâlâ- mahlûkatının duyularının algılayamadığı her şeyi hakkıyla bilendir. Onların duyularının algıladığı her şeyi de hakkıyla bilendir. O, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde azametlidir. Zatı ve sıfatları ile yaratmış olduğu mahlûkatının üzerindedir ve çok yücedir.

10- ﴿سَوَاءٌ مِنْكُمْ مَنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ﴾


Gizliyide açığı da bilir. -Ey İnsanlar!- Sizden sözünü gizleyen ile sözünü açıkça söyleyen O'nun ilminde birdir. Aynı zamanda O'nun ilminde gece karanlıkta insanların bakışlarından gizlenen ile güpegündüz amellerini açıktan yapan birdir.

11- ﴿لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنْفُسِهِمْ ۗ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ ۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ﴾


Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'nın insanlar için ardı ardına gönderdiği melekleri vardır. Bazısı gece, bazısı da gündüz gelir. Allah'ın emri ile insanları, yüce Allah'ın onlar hakkında yazıp, takdir ettiği şeylerden korurlar. Aslında bu şeylerin onlara zarar vermemesini yüce Allah takdir etmiştir. Kulların söz ve amellerini yazarlar. Şüphesiz ki Yüce Allah, bir topluluğun içinde bulunduğu güzel durumu, şükredilecek bir durumdan kendilerini değiştirmedikleri sürece değiştirip, hoşlanmıyacakları bir hale çevirmez. Eğer Allah -Subhânehu ve Teâlâ- bir kavmin helak olmasını dilerse O'nun bu isteğini geri çevirecek yoktur. -Ey İnsanlar!- Sizin için işlerinizi çekip çeviren Allah'tan başkası yoktur. Size isabet eden musibetleri defetmesi için O'na sığınırsınız.

12- ﴿هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ﴾


-Ey İnsanlar!- Size şimşeği gösteren, sizin için gök gürültüsü ile korku salıp, yağmur ümidini bir araya toplayandır. Sağanak yağmurla dolu yüklü bulutları meydana getiren O'dur.

13- ﴿وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَنْ يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللَّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ﴾


Gök gürültüsü Rabbi -Subhânehu ve Teâlâ-'yı hamd ile tesbih eder. Melekler de Rablerinden korkarak, tazim ve saygı duyarak O'nu tesbih ederler. Yakıcı yıldırımları dilediği kullarına gönderip onu helak eder. Kâfirler Allah'ın vahdaniyyetinde (birliğinde) birbiriyle çekişirler. Yüce Allah'ın güç ve kuvveti asi kulları için çok şiddetlidir.

14- ﴿لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ ۖ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ لَا يَسْتَجِيبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ إِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ ۚ وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ﴾


Dua/ibadet yalnızca Allah'a yapılır. Bu hususta hiç kimse O'na ortak değildir. Müşriklerin Allah'tan gayrısına dua ettiği putlar hangi husus olursa olsun dua edenin duasına icabet edemezler. Onların ettiği dua ancak susamış kimsenin su içmek için elini (uzaktan) suya uzatması gibidir. Su ağzına ulaşmayacaktır. Kafirlerin putlarına yaptıkları dua/ibadet ancak zayi olmak/kaybetmek ve haktan uzak olmaktır. Çünkü (o putlar) onlara fayda sağlayamazlar ve zarar da veremezler.

15- ﴿وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ ۩﴾


Göklerde ve yerde ne varsa secde ile yalnızca Allah için boyun eğer. Bu hususta mümin ile kafir eşittir. Ancak mümin isteyerek O'na boyun eğer ve secde eder. Kafir ise istemeden boyun büker. (Kafirin) Fıtratı O'na isteyerek itaat etmesini mecbur kılar. Gölgesi olan her mahlukat gece ve gündüz O'na boyun eğer.

16- ﴿قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ۗ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ ۚ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ﴾


-Ey Rasûl!- Allah ile birlikte başkalarına ibadet eden kâfirlere de ki: Gökleri ve yeri yaratan, ikisinin işlerini çekip çeviren kimdir? -Ey Rasûl!- de ki: O ikisini yaratan ve işlerini idare eden Allah'tır. Zaten sizler bunu ikrar ediyorsunuz.
-Ey Rasûl!- Onlara de ki: Kendilerine fayda sağlayamayan, kendilerinden zararı def edemeyen Allah'tan başka aciz dostlar mı edindiniz? Bununla beraber onlar başkalarına yardım mı edecekler? -Ey Rasûl!- Onlara de ki: Basiretsiz olan kâfir ile hidayet üzere basiret sahibi Mü'min bir olur mu? Ya da karanlıklar içeren küfür ile nur olan iman bir olur mu? Yoksa onlar Allah'ın yarattığı gibi yaratan ortaklar bulup da onları Allah -Subhânehu ve Teâlâ-'ya ortak mı koşuyorlar? Onların nazarında Allah'ın yaratması ile ortak koştuklarının yaratması mı karışmış? -Ey Rasûl!- Onlara de ki: Allah tek başına bütün herşeyi yaratandır. Onun yaratmada bir ortağı yoktur. Uluhiyette tektir. Öyle ki ibadet edilmeyi hak eden tek İlahtır. Kahhâr'dır/mutlak galip gelendir.

17- ﴿أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًا ۚ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ ۚ كَذَٰلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ ۚ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً ۖ وَأَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْأَرْضِ ۚ كَذَٰلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ﴾


Yüce Allah; hakkın kalıcı, batılın ise zail olmasına gökten yağmurun yağarak derelerin küçük ve büyük hacimlerine göre akıp gitmesini örnek getirmiştir. Bu sel suları, köpüğü suyun üstünde taşır. Hak ve batıl için başka bir örneği de şöyle vermiştir. İnsanların ateş yakarak bazı kıymetli madenleri bu ateşte eritip, süs eşyası yapmalarıdır. Allah bu iki misali, hak ile batılın misali olarak vermiştir. Batılın misali, suyun üzerinde yüzen köpük ve eritilen madenin üzerinde ortaya çıkan pas gibidir. Hakkın misali ise, içilen temiz ve berrak su gibidir. Bu su ile ekinler, çayır ve otlar biter. Bir diğeri de maden eritildikten sonra arta kalan ve insanların faydalandığı kısma benzetilmiştir. Yüce Allah, bu iki misali verdiği gibi, hakkın batıldan ayrılması için insanlara daha nice misaller vermiştir.

18- ﴿لِلَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَالَّذِينَ لَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُ لَوْ أَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ ۚ أُولَٰئِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۖ وَبِئْسَ الْمِهَادُ﴾


Rablerinin birleyip, O'na itaat çağrısına icabet eden müminler için mükâfatın en güzeli olan Cennet vardır. Kendisini birlemeye ve itaat çağrısına icabet etmeyen kâfirler yeryüzü dolusu çeşit çeşit hazineye ve bunun bir katı fazlasına sahip olsalarıdı ve azaptan kendilerini kurtarmak için bu malların hepsini fidye olarak verme hususunda anlaşılma yapılsaydı bunu hemen kabul ederlerdi. İşte Allah'ın bu davetine icabet etmeyen kâfirler bütün yapmış oldukları kötülüklerden dolayı hesaba çekileceklerdir. Onların varacakları yer Cehennem'dir. Döşekleri ve kalacakları o ateş ne kötü bir yerdir.

19- ﴿۞ أَفَمَنْ يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَىٰ ۚ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ﴾


-Ey Rasûl!- Allah'ın sana indirdiğinin hak olduğunu, iftira olmadığını bilen, Allah'ın davetine icabet eden Mü'min kimse ile âmâ olan, Allah'ın davetine icabet etmeyen kâfir bir değildir. Bundan ancak aklıselim sahipleri öğüt ve ibret alır.

20- ﴿الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْمِيثَاقَ﴾


Allah'ın davetine icabet edenler, Allah'a verdikleri sözü ve kullarına verdikleri sözü eksiksiz olarak yerine getirirler. Allah'a ya da başkasına verdikleri güvenilir/pekiştirilmiş sözü asla ihlal etmezler.

21- ﴿وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ﴾


Onlar, Allah'ın ziyaret edilmesini emrettiği bütün akrabaları ziyaret ederler. Rablerinden öyle korkarlar ki, bu korkuları onları Allah'ın emrettiklerini yerine getirip yasakladıklarından kaçınmaya sevk eder. İşlemiş oldukları günahlardan dolayı Allah'ın onları hesaba çekmesinden korkarlar. Kim de hesabı önemsiz görürse helâk olur.

22- ﴿وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ﴾


Onlar Allah'a itaat eder, onlar için takdir ettiği mutlu edici ya da üzücü kaderine sabrederler. Allah'ın rızasını umarak O'na karşı günah işlememeye de sabrederler. Namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine vermiş olduğumuz mallardan zekâtlarını ve sadakalarını riyadan uzak bir şekilde gizli olarak verirler. Kimi zaman da başkalarına örnek olmak adına açıktan verirler. Kendilerine kötülük yapana iyilik yaparak karşılık verirler. Bu sıfatlarla anılan kimseler için kıyamette övülen bir son vardır.

23- ﴿جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ ۖ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ﴾


Bu övülen son, içinde devamlı olarak nimetlendirilip kalacakları Cennetlerdir. Burada kendilerine verilen nimetler; babalarından, annelerinden, hanımlarından ve çocuklarından istikamet üzere olan ve onlarla karşılaşmaktan ülfet duydukları kimselerin (Cennet'e) girmesi ile tamamlanır. Melekler de onların Cennet'teki evlerinin bütün kapılarından girip tebrik ederler.

24- ﴿سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ﴾


Melekler onların yanına her girdiklerinde şu sözleri ile onları selamlarlar: Allah'a itaat etmeye, sizin açınızdan üzücü olan kadere ve günah işlememeye karşı sabrınız sebebiyle belalardan selamette oldunuz. Dünya yurdunun sonucu (olan Cennet) ne güzeldir.

25- ﴿وَالَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۙ أُولَٰئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ﴾


Allah'a sapasağlam söz verdikten sonra onu bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini istediği akrabalık bağını koparanlar var ya; işte onlar Allah'ın rahmetinden uzak bedbaht kimselerdir. Onlar için kötü son vardır, o da Cehennem'dir.

26- ﴿اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ وَفَرِحُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مَتَاعٌ﴾


Yüce Allah dilediği kuluna rızkını genişletir ve dilediği kulu için de daraltır. Rızkın genişletilmesi Allah'ın sevgisinin ve mutluluğun alameti değildir. Rızkın daraltılması da bedbahtlığın alameti değildir. Kâfirler dünya hayatına bağımlı olup mutlu olmuş ve rahatlamışlardır. Hâlbuki, dünya hayatı ahiretin yanında geçici az bir metadan başka birşey değildir.

27- ﴿وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ ۗ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ﴾


Allah'ı ve ayetlerini inkâr edenler şöyle diyorlar: Muhammed'in doğruluğuna Rabbi katından somut mucizeler indirilseydi de ona iman etseydik ya! -Ey Rasûl!- Bu öneride bulunanlara şöyle de: Şüphesiz Allah adaleti ile dilediğini saptırır ve lütfu ile kendisine tevbe ederek dönen kimseye de hidayet eder. Mucize indirilmesi ile bağlantı kurdukları hidayet onların elinde değildir.

28- ﴿الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ ۗ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ﴾


Yüce Allah'ın hidayet ettiği kimseler iman eden ve kalpleri tesbih, tahmid ile Allah'ı zikreden ve kitabını okuyup dinleyerek huzur bulanlardır. Dikkat edin, kalpler yalnızca Allah'ı zikretmekle huzur bulur.

29- ﴿الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَىٰ لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ﴾


Allah'a iman eden ve Yüce Allah'a kendilerini yakınlaştıran salih amelleri işleyenler için ahirette güzel bir hayat vardır. Güzel son olan cennet onlar içindir.

30- ﴿كَذَٰلِكَ أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَٰنِ ۚ قُلْ هُوَ رَبِّي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ﴾


Geçmişte peygamberleri ümmetlerine gönderdiğiğimiz gibi seni de bir elçi olarak gönderdik. Böylece sana vahyetmiş olduğumuz Kur'an'ı Kerim'i onlara oku. O (Kur'an) senin doğruluğuna tek başına yeter. Ancak kavmin bu ayetleri inkâr ediyor. Çünkü onlar başkalarını Rahman'a ortak koşarak, O'nu inkâr ediyorlar. Ey Rasûl!- Onlara de ki: Başkalarını kendisine şirk koştuğunuz Rahman, O'ndan başka ibadet edilecek hak ilah olmayan Rabbimdir. Bütün işlerimde O'na dayanıp güvendim. Benim tevbem de ancak O'nadır.

31- ﴿وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَىٰ ۗ بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا ۗ أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا ۗ وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّىٰ يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ﴾


Eğer ilahi kitaplardan birisinin kendisi ile dağların yerinden yürütülüceği ya da yeryüzünün yarılıp nehirlere ve pınarlara dönüşeceği yahut ölülere okunup dirilecekleri bir özelliği olsaydı - Bu sana indirilen Kur'an olurdu- Ey Rasûl!- O apaçık delildir. Eğer sizin kalpleriniz takvalı olsaydı tesiri çok azametli olurdu. Ancak onlar inkâr ettiler. Bilakis mucizelerin indirilmesinde ve diğer hususlardaki bütün emir yalnızca Allah'ındır. Allah'a iman eden Mü'minler bilmiyorlar mı ki, şüphesiz Allah ayetler indirmeden bütün insanların hidayetini isteseydi onların hepsine hidayet ederdi. Ancak O, bunu dilemedi. Allah'ın kesintisiz azap vaadi gerçekleşene kadar, Allah'ı inkâr edenlerin başlarına ya da diyarlarının yakınlarına, içinde bulundukları küfür ve günahlar sebebiyle bir felaket isabet etmeye devam edecektir. Şüphesiz ki Allah, vaadi için belirlenen vakit geldiğinde onu uygulamayı terk etmez.

32- ﴿وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ﴾


Kavminin yalanladığı ve alaya aldığı ilk rasûl sen değilsin. -Ey Rasûl!- Senden önce nice kavimler rasûlleri ile alay edip onları yalanladılar. Rasûllerini inkâr edenlere mühlet verdim. Benim onları helak etmeyeceğimi zannettiler. Bu müddet tamamlandıktan sonra çeşitli azaplarla onları yakalayıverdim. Onları cezalandırmamı nasıl buldun? O çok şiddetli bir cezalandırma oldu.

33- ﴿أَفَمَنْ هُوَ قَائِمٌ عَلَىٰ كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ ۗ وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ قُلْ سَمُّوهُمْ ۚ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْأَرْضِ أَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِ ۗ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّبِيلِ ۗ وَمَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ﴾


Bütün mahlûkatın rızıklarını koruma görevini, bütün nefislerin işlediği amelleri gözetlemeyi üstlenen ve amellerine göre karşılığını verecek olan mı ibadet edilmeye daha layıktır yoksa ibadet edilmeyi hak etmeyen bu putlar mı? Kâfirler zulüm ve yalan ile Allah'a ortaklar koştular. -Ey Rasûl!- Onlara de ki: Eğer iddianızda sadık kimseler iseniz Allah ile birlikte kendilerine ibadet ettiğiniz ortakların adlarını söyleyin bakalım. Yoksa siz yeryüzünde Allah'a bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yahut hakikati olmayan boş sözler mi söylüyorsunuz? Bilakis Şeytan kâfirlerin kötü planlarını onlara iyi gösterdi ve bunun akabinde Allah'ı inkâr ettiler ve onları hidayet ve doğru yoldan uzaklaştırdı. Yüce Allah kimi doğru yoldan saptırırsa onu doğru yola iletecek kimse yoktur.

34- ﴿لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَقُّ ۖ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَاقٍ﴾


Onlar için dünya hayatında müslümanlar tarafından öldürülmek ve esir alınmak ile gerçekleşecek bir azap vardır. Ahirette onları bekleyen azap kesintiye uğramadan devamlı ve şiddet bakımından dünya azabından daha şiddetli ve ağırdır. Kıyamet günü onları Yüce Allah'ın azabından koruyacak hiçbir şey yoktur.

35- ﴿۞ مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۖ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ أُكُلُهَا دَائِمٌ وَظِلُّهَا ۚ تِلْكَ عُقْبَى الَّذِينَ اتَّقَوْا ۖ وَعُقْبَى الْكَافِرِينَ النَّارُ﴾


Emirlerine itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak yüce Allah'a karşı takvalı olan kimselere Allah'ın vadettiği Cennet'in özellikleri şöyledir: Saraylarının ve ağaçlarının altından ırmaklar akar, dünya meyvelerinin aksine meyveleri devamlıdır kesintiye uğramaz. Gölgesi devamlıdır, yok olmaz ve kısalmaz. İşte bu güel son, emirlerine itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak Allah'a karşı takvalı olan kimseler içindir. Kâfirlerin sonu ise içinde ebedi kalacakları Cehennem'dir.

36- ﴿وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ ۖ وَمِنَ الْأَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُ ۚ قُلْ إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ وَلَا أُشْرِكَ بِهِ ۚ إِلَيْهِ أَدْعُو وَإِلَيْهِ مَآبِ﴾


-Ey Rasûl!- Yahudilerden kendilerine Tevrat verdiğimiz ve Hristiyanlardan kendilerine İncil verdiğimiz bazı kimseler kendilerine indirilenin bir kısmına muvafakat ettiği için sana indirilene sevinirler. Bazı Yahudi ve Hristiyan gruplar hevalarına uymadığı ya da onları tahrif ve değiştirmekle nitelediği için sana indirilenin bazısını inkâr ederler. -Ey Rasûl!- Onlara de ki: Şüphesiz ki Allah bana yalnızca O'na ibadet etmemi emretti. O'na hiçbir şeyi şirk koşmam. Yalnızca O'na dua ederim, O'ndan başkasına yalvarmam. Benim dönüşüm yalnızca O'nadır. Tevrat ve İncil'de bunlarla gelmiştir.

37- ﴿وَكَذَٰلِكَ أَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا ۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَمَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ﴾


-Ey Rasûl- Biz geçmiş kitapları kavimlerinin dilinde indirdiğimiz gibi sanada Kur'an'ı hakkı açıklayıp, apaçık hüküm veren Arapça bir kitap olarak indirdik. Ey Rasûl- Eğer Allah'ın sana öğrettiği ilim geldikten sonra onların hevalarına uymayan şeyleri iptal etmen için seninle tartıştıklarında Ehl-i Kitab'ın hevasına uyarsan, Allah tarafından senin işlerini üstlenen ne bir dost, düşmanlarına karşı sana yardım edecek ne bir yardımcı vardır. Allah'ın azabından seni koruyacak hiçbir engelde yoktur.

38- ﴿وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً ۚ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ﴾


-Ey Rasûl!- Andolsun ki senden önce de insanlardan rasûller gönderdik. Sonradan ortaya çıkan tek rasûl değilsin. Onlara da diğer insanlar gibi eşler ve evlatlar verdik. Onları, melekler gibi evlenmeyen ve çocuğu olmayan kimseler kılmadık. Sen de beşer olup evlenen ve çocuk edinen o rasûllerden birisisin. Neden müşrikler senin böyle olmana şaşırıyorlar? Allah'ın izni olmaksızın bir rasûlün kendiliğinden bir mucize getirmesi mümkün değildir. Allah'ın takdir ettiği her iş bir kitapta zikredilmiştir. Ecel ne öne gelir ne de gecikir.

39- ﴿يَمْحُو اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ ۖ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ﴾


Yüce Allah hayır, şer, mutluluk, bedbahtlık ve diğer hususlardan dilediğini ortadan kaldırır. Onlardan dilediğini de sabit bırakır. Levh-i Mahfuz O’nun katındadır. O herşeyin dönüş yeridir. Silinen ve sabit bırakılan her şey onda yazılı olana mutabıktır.

40- ﴿وَإِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ﴾


-Ey Peygamber!- Sen vefat etmeden önce onlara vadettiğimiz azabın bazısını sana göstersek ya da sana göstermeden canını alsak da senin görevin sadece tebliğ etmeni emrettiğimiz şeyleri tebliğ etmendir. Onların karşılığını vermek ve hesabını görmek senin işin değildir. Bu bizim işimizdir.

41- ﴿أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا ۚ وَاللَّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ ۚ وَهُوَ سَرِيعُ الْحِسَابِ﴾


Bu kâfirler küfür diyarına gelip Müslümanların oraları fethetmesi ve İslam'ın yayılması ile onu etrafından eksiltip, küçülttüğümüzü görmediler mi? Yüce Allah kulları arasında dilediği gibi hükmeder ve takdir eder. O'nun arkasından hiç kimse O'nun hükmünü iptal edemez, değiştiremez ve tebdil edemez. Allah -Subhânehu ve Teâlâ- hesabı çabuk görendir. Bir günde öncekilerin ve sonrakilerin hesabını görür.

42- ﴿وَقَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلَّهِ الْمَكْرُ جَمِيعًا ۖ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ ۗ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ﴾


Geçmiş ümmetler peygamberlerine tuzak kurmuşlar ve onları kandırmışlardı. Onların getirdiklerini yalanladılar. Onlar için yaptıkları plan ne işe yaradı? Hiçbir işe yaramadı. Çünkü plan derleyen kimsenin her planı, Yüce Allah'ın takdir ve tedbirinden dışarı çıkamaz. Aynı şekilde Allah -Subhânehu ve Teâlâ- onların ne kazanacaklarını bilmektedir. Buna göre karşılıklarını da elbette verecektir. İşte o zaman Allah'a iman etmeyerek ne kadar hata ettiklerini ve (Yüce Allah'a) iman ederek Mü'minlerin ne kadar doğru yaptıklarını bileceklerdir. Böylece Cennet'i ve güzel sonu elde edeceklerdir.

43- ﴿وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًا ۚ قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ﴾


Kâfir olanlar: -Ey Muhammed!- Sen Allah tarafından gönderilmiş bir rasûl değilsin dediler. -Ey Rasûl!- Onlara de ki: Rabbim tarafından size gönderildiğime dair sizinle benim aramda şahit olarak yüce Allah ve içinde benim özelliklerimin geçtiği semavi kitapların ilmine sahip olanlar yeter. Allah kimin doğruluğuna şahitlik ederse, onu yalanlayanın yalanlaması zarar vermez.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: