السيد
كلمة (السيد) في اللغة صيغة مبالغة من السيادة أو السُّؤْدَد،...
(Nun) Bu hususta benzer bir açıklama Bakara Suresi'nin başında zikredilmiştir. Allah, kaleme ve insanların kalemleriyle yazdıklarına yemin etmiştir.
-Ey Rasûl!- Allah’ın sana verdiği peygamberlik nimetiyle delirmiş değilsin. Sen, müşriklerin iftira ettiği delilikten çok uzaksın.
Şüphesiz insanlara bu mesajı taşımandan ötürü çektiğin çileye karşılık sana kesintisiz ve hiç kimseye onun için minnet etmeyeceğin bir mükâfat vardır.
Şüphesiz sen, Kur’an’ın getirdiği çok büyük bir ahlâk üzeresin. Onun içinde bulunanları en eksiksiz şekilde ahlâk edinmişsin.
Hakikat ortaya çıktığı zaman hanginizin delirmiş olduğu ortaya çıkacak.
-Ey Rasul!- Şüphesiz Rabbin; yolundan sapanları da, o yolu bulmuş olanları da çok iyi biliyor. Ayrıca onların yoldan sapmış kimselerden olduğunu ve senin de onun doğru yolu üzerine olduğunu da çok iyi biliyor.
Din adına onlara yumuşak davranmanı ve iyilik yapmanı arzu ederler ki, böylece onlar da sana yumuşak davranıp iyilik yapsınlar.
Yalan yere çokça yemin eden hakir kimseye asla itaat etme!
İnsanların çokça arkasından konuşan, bolca laf taşıyarak aralarını açan kimseye.
Hayra çokça mani olan; insanların mallarına, ırzlarına ve canlarına kast eden, çok günah ve suç sahibi kimseye.
Serveti ve evlatları olması sebebiyle kibirlenip Allah’a ve Rasûlüne iman etmedi.
Ona ayetlerimiz okunduğu zaman şöyle der: “Bunlar öncekilerin yazdığı hurafelerdir.”
Biz onun burnuna, onu lekeleyen ve ona yapışıp kalan bir alamet koyacağız.
Meyvelerden fakirlerin yememesi için bahçelerinin meyvelerini sabah vakti alelacele toplayacaklarına dair yemin eden bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi, o müşrikleri de kıtlık ve açlıkla imtihan ettik.
Allah Teâlâ da onlara bir ateş gönderdi. Sahiplerinin uykuda olduğu esnada bahçelerini yutuveren o ateşi uzaklaştıramadılar.
Şöyle diyorlardı: "Eğer meyveleri toplayacaksanız fakirler gelmeden, mahsulünüz için bir an önce yola çıkın.''
Birbiriyle kısık bir sesle konuşarak alelacele mahsullerinin yanına gittiler.
Birbirlerine şöyle diyorlardı: “Bahçede sizin yanınıza hiçbir fakir kesinlikle girmesin.''
Fakirlerin meyvelerinden almalarını engellemek için kararlı bir halde sabahın ilk vaktinde gittiler.
Bahçeyi yanmış olarak gördüklerinde birbirlerine şöyle dediler: “Biz bahçenin yolunu şaşırdık.”
Bilâkis, fakirleri engellemeye dair bizden sadır olan karardan ötürü bahçenin meyvelerini toplamaktan mahrum bırakıldık.
Aralarından en iyi olanı dedi ki: "Yoksulları mahsulden mahrum etme kararını verdiğiniz zaman size; Allah’ı tesbih edip, O'na tövbe etmeyecek misiniz demedim mi?"
Dediler ki: “Rabbimiz! Seni tenzih ederiz. Şüphesiz biz, bahçelerimizin meyvelerinden yoksulları mahrum etmeye karar verdiğimizde, kendi nefislerimize zulmeden zalim kimselerdendik.”
Pişmanlık içinde şöyle dediler: ''Yazıklar olsun bizlere! Yoksulları haklarından mahrum bırakmamız sebebiyle biz haddi aşmış kimselerdik.''
Umulur ki, Rabbimiz bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, bir tek Rabbimizi arzuluyor, O'ndan bağışlanma diliyor ve O'ndan hayır istiyoruz.
İşte böyle, rızıktan mahrum bırakan azap gibi, bize asi olanlara azap ederiz. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. O azabın şiddetini ve devamlılığını keşke biliyor olsalardı.
Şüphesiz emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınarak Allah’a karşı takvalı olanlar için Rablerinin katında, içinde bolluğun olduğu nimetleri hiç kesilmeyen Cennetler vardır.
Mekke halkından müşriklerin iddia ettikleri gibi, ceza verirken hiç Müslümanlarla kâfirleri bir tutar mıyız?
-Ey müşrikler!- Size ne oluyor da bu adaletsiz çarpık hükmü veriyorsunuz?
Yoksa sizin, içinde itaat edenlerin ve günahkârların eşit olduğunu okuduğunuz bir kitabınız mı var?
Bu kitapta, ahirette kendiniz için beğenip seçtiğiniz şeyler mi yazılı?
Yoksa kendiniz için ne hüküm verirseniz size verilecektir diye yeminlerle pekiştirilmiş olarak size verdiğimiz sözlerimiz mi var?
-Ey Peygamber!- Bunu söyleyenlere hangisinin bunu savunacağını sor?
Yoksa onların Mü'minlere verilecek karşılığın aynısını kendilerine de verecek Allah’tan başka ortakları mı var? Onların Mü'minlere verilecek karşılığın aynısının kendilerine de vereceği hakkında ileri sürdükleri iddiaları doğru ise; haydi ortaklarını çağırıp, getirsinler bakalım.
Kıyamet günü korku ve dehşet ortaya çıkar. Rabbimiz baldırını açar ve insanlar secde etmeye çağırılırlar. Mü'minler secde eder, fakat kâfirler ve münafıklar öylece kalıp, secde etmeye güç yetiremezler.
Bakışları utanç içinde, onları zillet ve pişmanlık kaplamış bir haldeydiler. Oysa onlar dünyada bugün içinde bulundukları halden selamette iken onlardan Allah’a secde etmeleri istenmişti.
-Ey Rasûl!- Sana indirilmiş bu Kur’an’ı yalanlayanları bana bırak. Bunun onlar için bir tuzak ve aldatma olduğunun farkına varmadan onları yavaş yavaş azaba doğru süreceğim.
Günahlarında ısrar etmelerinde onlara mühlet vereceğim. Şüphesiz benim tuzağım kâfirlere ve yalanlayanlara karşı çok güçlüdür. Benden asla kaçamazlar ve cezalandırmamdan kurtulamazlar.
-Ey Rasûl!- Onları davet ettiğin şeye karşılık onlardan bir mükâfat mı istiyorsun ki; bu yüzden çok ağır bir yük taşıyorlar da, bu da onların senden yüz çevirmesine sebep oluyor? Oysa durum bunun tam aksinedir. Sen onlardan bir mükâfat istemiyorsun. Öyleyse sana tabi olmalarına engel olan nedir?
Yoksa gayb ilmine sahipler de, hoşlarına giden ve sana karşı delil olarak sundukları şeyleri onlar mı yazıyorlar?
-Ey Peygamber!- Rabbinin bir aldatma olarak onlara mühlet verilmesi hükmüne sabret. Sakın balığın arkadaşı kavmine gücenen Yunus -aleyhisselam- gibi olma! Hani denizin ve balinanın karnının karanlığı içinde sıkıntılı bir halde Rabbine seslenmişti.
Şayet Allah'ın Rahmeti onu bulmasaydı, balık onu ıssız bir toprak parçasına kınanmış bir halde atmış olacaktı.
Oysa Rabbi onu seçti ve onu salih kullarından biri kıldı.
Allah'a karşı kâfir olan ve Rasûlünü yalanlayanlar, sana indirilmiş olan bu Kur’an’ı işittikleri zaman bakışlarının keskinliğinin şiddetinden neredeyse bakışlarıyla seni yere yıkacaklardı. -Arzularına uyarak ve haktan yüz çevirerek- şöyle diyorlardı: "Bunu getiren Rasûl kesinlikle bir delidir.''
Oysa sana indirilmiş olan bu Kur’an, insanlar ve cinlere bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir.