القلم

تفسير سورة القلم

الترجمة التركية - شعبان بريتش

Türkçe

الترجمة التركية - شعبان بريتش

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها شعبان بريتش. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأصلية لغرض إبداء الرأي والتقييم والتطوير المستمر.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ ن ۚ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ﴾

Nûn, kaleme ve (onunla) yazdıklarına yemin olsun.

﴿مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ﴾

Sen Rabbinin nimeti sayesinde cinlenmiş değilsin.

﴿وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ﴾

Senin için tükenmez bir ecir vardır.

﴿وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍ﴾

Sen, büyük bir ahlak üzeresin.

﴿فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ﴾

Sen de göreceksin, onlar da görecekler.

﴿بِأَيْيِكُمُ الْمَفْتُونُ﴾

Hanginizin deli olduğunu…

﴿إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ﴾

Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur.

﴿فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ﴾

Sakın yalanlayanlara itaat etme!

﴿وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ﴾

Onlar ister ki, sen müsamaha gösterip, yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

﴿وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ﴾

Yemin edip duran alçağa itaat etme!

﴿هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ﴾

Ayıp arayana ve laf götürüp getirene.

﴿مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ﴾

İyiliği engelleyene, mütecaviz ve saldırgan günahkâra.

﴿عُتُلٍّ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ﴾

Kabaya, sonra da soysuza.

﴿أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ﴾

Mal ve oğul sahibi olması sebebiyle.

﴿إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ﴾

Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Eskilerin masalları" der.

﴿سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ﴾

Yakında biz onun burnu üzerine damga vuracağız.

﴿إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ﴾

Biz onları, sabahleyin meyvelerini toplamaya yemin eden bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik.

﴿وَلَا يَسْتَثْنُونَ﴾

(İnşaallah diyerek, yeminlerinde) istisnâ da yapmıyorlardı.

﴿فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ﴾

Onlar uyurken, Rabbin tarafından bir kuşatıcı (ateş) bahçeyi sarıverdi.

﴿فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ﴾

Ve bahçe kapkara kesildi.

﴿فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ﴾

Sabahleyin birbirlerine seslendiler:

﴿أَنِ اغْدُوا عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَارِمِينَ﴾

Mahsulü toplayacaksanız, erkenden yola çıkın!

﴿فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ﴾

Diye gizlice konuşarak yola düştüler.

﴿أَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكِينٌ﴾

Sakın bugün hiçbir yoksul oraya yanınıza girmesin, diyerek.

﴿وَغَدَوْا عَلَىٰ حَرْدٍ قَادِرِينَ﴾

(Zanlarınca yoksulları) Engellemeye güç yetirenler olarak erkenden gittiler.

﴿فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ﴾

Onu gördüklerinde: Yolu şaşırdık, dediler.

﴿بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ﴾

Hayır! Biz mahrum bırakıldık.

﴿قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ﴾

Onların en insaflı olanı: "Ben size (Allah’ı) tesbih etmemiz gerekmez mi, dememiş miydim?" dedi.

﴿قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ﴾

Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) zulmedenlerdenmişiz dediler.

﴿فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ﴾

Başladılar birbirlerini kınamaya.

﴿قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ﴾

Yazıklar olsun bize, azgınlardan olduk, dediler.

﴿عَسَىٰ رَبُّنَا أَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَا إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا رَاغِبُونَ﴾

Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir. Biz, ancak Rabbimizden dilemekteyiz.

﴿كَذَٰلِكَ الْعَذَابُ ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ﴾

İşte azap böyledir. Ahiret azabı daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.

﴿إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ﴾

Şüphesiz takva sahipleri için Rableri katında Naim Cennetleri vardır

﴿أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ﴾

Müslüman olanlarla suçluları (kâfirleri) bir tutar mıyız?

﴿مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ﴾

Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

﴿أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ﴾

Yoksa sizin bir kitabınız var da oradan mı ders alıyorsunuz?

﴿إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ﴾

Onda, “Beğendiğiniz her şey sizindir” (diye mi yazılı?).

﴿أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۙ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ﴾

Yoksa “Neye hükmederseniz o yerine getirilir” diye kıyamete kadar geçerli olacak, size verilmiş yeminler/sözler mi var?

﴿سَلْهُمْ أَيُّهُمْ بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ﴾

Onlara sor, hangisi buna kefil olacak?

﴿أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ﴾

Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!

﴿يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ﴾

O gün incik açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

﴿خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ﴾

Gözleri yere yıkılmış, yüzlerini zillet bürümüştür. Oysa onlar, sağ salim iken secdeye çağrılmışlardı.

﴿فَذَرْنِي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهَٰذَا الْحَدِيثِ ۖ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ﴾

Bu sözü yalan sayanları bana bırak! Onları bilmedikleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.

﴿وَأُمْلِي لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ﴾

Onlara mühlet veriyorum Çünkü benim tuzağım çok sağlamdır.

﴿أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ﴾

Yoksa, onlardan bir ücret istiyorsun da ağır bir borç altındalar mı?

﴿أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ﴾

Yoksa gayb onların yanında da, onlar mı yazıyorlar?

﴿فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَىٰ وَهُوَ مَكْظُومٌ﴾

Rabbinin hükmünü sabırla bekle Balık sahibi /Yunus gibi olma Hani O, dertli bir sesle Rabbine seslenmişti.

﴿لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ﴾

Rabbinden ona bir nimet erişmiş olmasaydı, kınanmış olarak çıplak bir karaya atılacaktı.

﴿فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ﴾

Rabbi O’nu seçti ve salih kimselerden kıldı.

﴿وَإِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ﴾

Kâfir olanlar, zikri işittiklerinde seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi: O, kesinlikle delidir, diyorlardı.

﴿وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ﴾

Oysa o (Kur’an) alemlere bir uyarı/öğütten başka bir şey değildir.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: