البحث

عبارات مقترحة:

المبين

كلمة (المُبِين) في اللغة اسمُ فاعل من الفعل (أبان)، ومعناه:...

الظاهر

هو اسمُ فاعل من (الظهور)، وهو اسمٌ ذاتي من أسماء الربِّ تبارك...

الحق

كلمة (الحَقِّ) في اللغة تعني: الشيءَ الموجود حقيقةً.و(الحَقُّ)...

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.

1- ﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ ن ۚ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ﴾


Nûn. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun.

2- ﴿مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ﴾


Sen, Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin.

3- ﴿وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ﴾


Senin için tükenmez bir ecir vardır.

4- ﴿وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍ﴾


Şüphesiz sen, çok büyük bir ahlâk üzeresin.

5- ﴿فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ﴾


Sen de göreceksin, onlar da görecekler.

6- ﴿بِأَيْيِكُمُ الْمَفْتُونُ﴾


Hanginizin delirmiş olduğunu.

7- ﴿إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ﴾


Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir. Hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur.

8- ﴿فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ﴾


Sakın yalanlayanlara itaat etme!

9- ﴿وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ﴾


Onlar ister ki, sen müsamaha gösterip, yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

10- ﴿وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ﴾


Sakın itaat etme çokça yemin eden, aşağılık ve değersiz her kişiye.

11- ﴿هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ﴾


Arkadan çekiştirip, laf götürüp getirene.

12- ﴿مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ﴾


İyiliğe engel olan, saldırgan günahkâra.

13- ﴿عُتُلٍّ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ﴾


Kabaya sonra da soysuza.

14- ﴿أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ﴾


O mal ve oğullar sahibi oldu diye.

15- ﴿إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ﴾


Karşısında ayetlerimiz okunduğunda “öncekilerin masallarıdır” der.

16- ﴿سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ﴾


Yakında biz onun burnu üzerine damga vuracağız.

17- ﴿إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ﴾


Gerçek şu ki biz o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi bunları da sınadık: Hani sabah vaktinde onu mutlaka devşireceklerine yemiş etmişlerdi.

18- ﴿وَلَا يَسْتَثْنُونَ﴾


(İnşaallah diyerek, yeminlerinde) istisna da yapmıyorlardı.

19- ﴿فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ﴾


Onlar uyurken, Rabbin tarafından bir kuşatıcı (ateş) bahçeyi sarıverdi.

20- ﴿فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ﴾


Bahçeler bir anda kapkara kesildi.

21- ﴿فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ﴾


Sabah vakti birbirlerine seslendiler.

22- ﴿أَنِ اغْدُوا عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَارِمِينَ﴾


Eğer mahsulü toplayacaksanız, erkenden yola çıkın!

23- ﴿فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ﴾


Kendi aralarında fısıldaşarak yola koyuldular.

24- ﴿أَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكِينٌ﴾


"Sakın bugün oraya bir yoksul girip yanınıza sokulmasın" diye.

25- ﴿وَغَدَوْا عَلَىٰ حَرْدٍ قَادِرِينَ﴾


(Yoksulları) alıkoymaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler.

26- ﴿فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ﴾


Fakat bahçeyi o halde gördüklerinde; “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.

27- ﴿بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ﴾


Bilâkis biz, mahrum bırakıldık.

28- ﴿قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ﴾


Onların en mu'tedil/insaflı olanı: "Ben size, keşke Allah’ı tesbih etseydiniz dememiş miydim?" dedi.

29- ﴿قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ﴾


Onlar; “Rabbimizi tesbih ederiz. Şüphesiz biz, zalim kimseler imişiz.” dediler.

30- ﴿فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ﴾


Karşılıklı olarak birbirlerini kınamaya başladılar.

31- ﴿قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ﴾


Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”

32- ﴿عَسَىٰ رَبُّنَا أَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَا إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا رَاغِبُونَ﴾


“Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.”

33- ﴿كَذَٰلِكَ الْعَذَابُ ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ﴾


İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

34- ﴿إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ﴾


Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm Cennetleri vardır.

35- ﴿أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ﴾


Biz hiç, Müslümanlarla suçluları bir tutar mıyız?

36- ﴿مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ﴾


Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

37- ﴿أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ﴾


Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz?

38- ﴿إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ﴾


Onda, “Beğendiğiniz her şey sizindir” (diye mi yazılı?)

39- ﴿أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۙ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ﴾


Yoksa; “Neye hükmederseniz o yerine getirilir.” diye kıyamete kadar geçerli olacak, size verilmiş yeminler/sözler mi var?

40- ﴿سَلْهُمْ أَيُّهُمْ بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ﴾


Sor onlara; hangileri bunun savunuculuğunu yapacak?

41- ﴿أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ﴾


Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru söyleyenler iseler o halde ortaklarını getirsinler.

42- ﴿يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ﴾


Baldırın açılacağı o günde onlar secde etmeye davet edilecekler. Fakat buna güç yetiremezler.

43- ﴿خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ﴾


Gözleri korku içinde, yüzlerini zillet bürümüştür. Oysa onlar, sağ salim iken secde etmeye çağrılmışlardı.

44- ﴿فَذَرْنِي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهَٰذَا الْحَدِيثِ ۖ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ﴾


Artık beni ve bu sözü yalanlayanları baş başa bırak. Biz onları bilmeyecekleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.

45- ﴿وَأُمْلِي لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ﴾


Onlara mühlet veriyorum. Çünkü benim tuzağım çok sağlamdır.

46- ﴿أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ﴾


Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?

47- ﴿أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ﴾


Yoksa gayb onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar?

48- ﴿فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَىٰ وَهُوَ مَكْظُومٌ﴾


Rabbinin hükmünü sabırla bekle! Balık sahibi/Yunus gibi olma! Hani o, dertli bir sesle Rabbine seslenmişti.

49- ﴿لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ﴾


Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.

50- ﴿فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ﴾


Ancak Rabbi onu seçti ve onu salihlerden kıldı.

51- ﴿وَإِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ﴾


Kâfirler, o zikri işittikleri vakit neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O, kesinlikle bir delidir.” diyorlardı.

52- ﴿وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ﴾


Oysa o (Kur'an) ancak alemler için bir öğüttür.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: