الدّخان

تفسير سورة الدّخان

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

Türkçe

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ حم﴾

Hâ, Mîm.

﴿وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ﴾

Apaçık kitaba andolsun ki.

﴿إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ ۚ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ﴾

Biz onu, mübarek bir gecede indirdik. Biz, uyaranlarız.

﴿فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ﴾

O gecede hikmetli her bir iş tarafımızdan bir emir ile ayrılır.

﴿أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا ۚ إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ﴾

Tarafımızdan bir emir olarak. Doğrusu biz, (rasûller) gönderenleriz.

﴿رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ﴾

Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O; her şeyi işitendir, bilendir.

﴿رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ﴾

Göklerin, yerin ve arasındakilerin Rabbidir. Eğer gerçekten bilenler iseniz.

﴿لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ﴾

O’ndan başka (hak) ilah yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir.

﴿بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ﴾

Fakat, onlar şüphe içinde oynayıp eğlenirler.

﴿فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ﴾

Göğün apaçık bir duman getireceği günü gözle!

﴿يَغْشَى النَّاسَ ۖ هَٰذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ﴾

O insanları bürür. Bu, acı bir azaptır.

﴿رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ﴾

"Rabbimiz! Azabı bizden kaldır. Doğrusu biz iman eden kimseleriz. (derler)"

﴿أَنَّىٰ لَهُمُ الذِّكْرَىٰ وَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ﴾

Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine apaçık bir rasûl gelmişti.

﴿ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ﴾

Sonra ondan yüz çevirmişler ve: "Öğretilmiş bir mecnun/deli." demişlerdi.

﴿إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَائِدُونَ﴾

Biz, bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz.

﴿يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَىٰ إِنَّا مُنْتَقِمُونَ﴾

Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette intikam alacağız.

﴿۞ وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَاءَهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ﴾

Onlardan önce Firavun kavmini de imtihan etmiştik. Onlara şerefli bir elçi gelmişti.

﴿أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ﴾

"Allah’ın kullarını (İsrailoğulları'nı) bana verin/teslim edin. Ben güvenilir bir peygamberim." demişti.

﴿وَأَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي آتِيكُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ﴾

Allah’a karşı üstünlük taslamayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum.

﴿وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَنْ تَرْجُمُونِ﴾

Ve ben, beni taşlamanızdan sizin de Rabbiniz olan Rabbime sığındım.

﴿وَإِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ﴾

Eğer bana iman etmediyseniz, benden uzak durun.

﴿فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَٰؤُلَاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ﴾

Musa: "Bunlar, günahkâr bir toplumdur." diyerek Rabbine dua etmişti.

﴿فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ﴾

Kullarımı geceleyin yola çıkar, siz takip olunacaksınız.

﴿وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًا ۖ إِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ﴾

Denizi sakın olarak bırak! Şüphesiz onlar, suda boğulacak bir ordudur.

﴿كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ﴾

Onlar, nice bahçeleri ve pınarları terk ettiler.

﴿وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ﴾

Ekinleri, güzel konakları.

﴿وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ﴾

İçinde eğlenip durdukları nimetleri.

﴿كَذَٰلِكَ ۖ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ﴾

İşte böyle! Biz onları başka bir kavme miras verdik.

﴿فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ﴾

Onlara ne gök ağladı, ne de yer! Onlar mühlet verilenler de olmadı.

﴿وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ﴾

Andolsun ki biz İsrailoğullarını o aşağılayıcı azaptan kurtardık.

﴿مِنْ فِرْعَوْنَ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ﴾

Firavun'dan. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.

﴿وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَىٰ عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ﴾

Şüphesiz biz onları bir ilim üzere âlemlere karşı üstün kıldık.

﴿وَآتَيْنَاهُمْ مِنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاءٌ مُبِينٌ﴾

Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.

﴿إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَيَقُولُونَ﴾

Şüphesiz bunlar elbette şöyle diyorlar:

﴿إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَرِينَ﴾

"Bir defa öldükten sonra başka bir şey yoktur. Biz, yeniden diriltilecek de değiliz."

﴿فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴾

Eğer doğru söylüyorsanız, haydi atalarımızı getirin.

﴿أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ أَهْلَكْنَاهُمْ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ﴾

Onlar mı hayırlı; yoksa Tubba halkı ve onlardan öncekiler mi? Biz, onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu/günahkâr idiler.

﴿وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ﴾

Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.

﴿مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ﴾

Onları ancak hak ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmez.

﴿إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ﴾

Muhakkak ki hüküm/ayırt etme günü onların hepsi için tayin edilmiş bir vakittir.

﴿يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ﴾

O gün, dostun dosta hiçbir şekilde faydası olmaz. Onlara yardım da olunmaz.

﴿إِلَّا مَنْ رَحِمَ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ﴾

Allah’ın rahmet ettikleri müstesnâ. Şüphesiz ki o Azîzdir, Rahîmdir.

﴿إِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِ﴾

Zakkum ağacı.

﴿طَعَامُ الْأَثِيمِ﴾

Günahkârın yemeğidir.

﴿كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ﴾

Erimiş maden gibidir, karınlarda kaynar.

﴿كَغَلْيِ الْحَمِيمِ﴾

Kaynar suyun kaynaması gibi.

﴿خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ﴾

"Onu şiddetle tutun, Cehennem'in ortasına atın."

﴿ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ﴾

"Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün."

﴿ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ﴾

"Tat bakalım! Hani sen güçlü ve şerefliydin."

﴿إِنَّ هَٰذَا مَا كُنْتُمْ بِهِ تَمْتَرُونَ﴾

İşte bu sizin hakkında şüphe ettiğiniz şeydir.

﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ﴾

Takva sahibi olanlar ise, onlar güvenli bir makamdadırlar.

﴿فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ﴾

Cennetlerde ve pınarlardadırlar.

﴿يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ﴾

Halis ipek ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı otururlar.

﴿كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ﴾

İşte böyle! Onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

﴿يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ آمِنِينَ﴾

Orada güven içinde her meyveyi isterler.

﴿لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَىٰ ۖ وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ﴾

İlk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Onlar Cehennem azabından korunmuştur.

﴿فَضْلًا مِنْ رَبِّكَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ﴾

Rabbinden bir lütuf olarak. İşte büyük kurtuluş budur.

﴿فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ﴾

Öğüt alsınlar diye onu senin dilin ile kolaylaştırdık.

﴿فَارْتَقِبْ إِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ﴾

O halde bekle! Zaten onlar da bekliyorlar.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: