الدّخان

تفسير سورة الدّخان

الترجمة التركية - مجمع الملك فهد

Türkçe

الترجمة التركية - مجمع الملك فهد

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية، ترجمها ممجموعة من العلماء، نشرها مجمع الملك فهد لطباعة المصحف الشريف بالمدينة المنورة، عام الطبعة 1422هـ. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأص

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ حم﴾

Hâ. Mîm.

﴿وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ﴾

Apaçık olan Kitab'a andolsun ki,

﴿إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ ۚ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ﴾

biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.

﴿فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ﴾

Her hikmetli işe o gecede hükmedilir.

﴿أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا ۚ إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ﴾

Katımızdan bir emirle. Çünkü biz, peygamberler göndermekteyiz.

﴿رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ﴾

Rabbinin bir rahmeti olarak. O herşeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

﴿رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ﴾

Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.

﴿لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ﴾

O'ndan başka ilâh yoktur. (Her şeyi O) diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.

﴿بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ﴾

Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

﴿فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ﴾

Şimdi sen, göğün,açık bir duman çıkaracağı günü gözetle.

﴿يَغْشَى النَّاسَ ۖ هَٰذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ﴾

İnsanları bürüyecek, bu elem verici bir azaptır.

﴿رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ﴾

(İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler).

﴿أَنَّىٰ لَهُمُ الذِّكْرَىٰ وَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ﴾

Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti.

﴿ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ﴾

Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğretilmiş bir deli! dediler.

﴿إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَائِدُونَ﴾

Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz.

﴿يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَىٰ إِنَّا مُنْتَقِمُونَ﴾

Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız .

﴿۞ وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَاءَهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ﴾

Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Şerefli bir elçi gelmişti. 

﴿أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ﴾

Onlara: Allah'ın kulları! Bana gelin! Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir Rasûlüm diye (davette bulunan)

﴿وَأَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي آتِيكُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ﴾

Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum.

﴿وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَنْ تَرْجُمُونِ﴾

Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım.

﴿وَإِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ﴾

Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklaşın.

﴿فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَٰؤُلَاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ﴾

Bunun üzerine Musa: Bunlar suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arzetti.

﴿فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ﴾

Allah, O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz, buyurdu.

﴿وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًا ۖ إِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ﴾

Denizi açık halde bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.

﴿كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ﴾

Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, bırakmışlardı:

﴿وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ﴾

Ekinler, güzel konaklar,

﴿وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ﴾

zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler.

﴿كَذَٰلِكَ ۖ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ﴾

İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık.

﴿فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ﴾

Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.

﴿وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ﴾

Andolsun biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.

﴿مِنْ فِرْعَوْنَ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ﴾

Yani Firavun'dan. Çünkü o bir zorba idi, aşırı gidenlerdendi.

﴿وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَىٰ عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ﴾

Andolsun biz İsrailoğullarına, bilerek, (kendi zamanlarında) âlemlerin üstünde bir imtiyaz verdik.

﴿وَآتَيْنَاهُمْ مِنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاءٌ مُبِينٌ﴾

Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik.

﴿إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَيَقُولُونَ﴾

Onlar (müşrikler) diyorlar ki:

﴿إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَرِينَ﴾

İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz.

﴿فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴾

Doğru söylüyorsanız, atalarımızı getirin.

﴿أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ أَهْلَكْنَاهُمْ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ﴾

Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları yok ettik, çünkü onlar suçlu idiler.

﴿وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ﴾

Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.

﴿مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ﴾

Her ikisini de ancak hak ile yarattık; fakat onların çoğu bilmiyorlar.

﴿إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ﴾

Şüphesiz (hakkı bâtıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür.

﴿يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ﴾

O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.

﴿إِلَّا مَنْ رَحِمَ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ﴾

Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir.

﴿إِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِ﴾

Şüphesiz zakkum ağacı,

﴿طَعَامُ الْأَثِيمِ﴾

günahkârların yemeğidir.

﴿كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ﴾

O, karınlarda suyun kaynaması gibi kaynar.

﴿كَغَلْيِ الْحَمِيمِ﴾

Maden eriyiği gibi.

﴿خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ﴾

(Allah zebânilere emreder): Tutun onu! cehennemin ortasına sürükleyin!

﴿ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ﴾

Sonra başına azap olarak kaynar su dökün!

﴿ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ﴾

(ve deyin ki:) Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!

﴿إِنَّ هَٰذَا مَا كُنْتُمْ بِهِ تَمْتَرُونَ﴾

İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir.

﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ﴾

Müttakîler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar.

﴿فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ﴾

Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.

﴿يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ﴾

İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.

﴿كَذَٰلِكَ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ﴾

İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hûrilerle evlendiririz.

﴿يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ آمِنِينَ﴾

Orada, güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler.

﴿لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَىٰ ۖ وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ﴾

İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır).

﴿فَضْلًا مِنْ رَبِّكَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ﴾

(Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte büyük kurtuluş budur.

﴿فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ﴾

Biz onu (Kur'an'ı), öğüt alırlar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.

﴿فَارْتَقِبْ إِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ﴾

(Yine de inanmayanların başlarına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler. 

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: