الواقعة

تفسير سورة الواقعة

الترجمة التركية - شعبان بريتش

Türkçe

الترجمة التركية - شعبان بريتش

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها شعبان بريتش. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأصلية لغرض إبداء الرأي والتقييم والتطوير المستمر.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ﴾

Kıyamet koptuğu zaman.

﴿لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ﴾

Ki onun kopmasını yalanlayacak hiçbir kimse yoktur.

﴿خَافِضَةٌ رَافِعَةٌ﴾

O, alçaltıcı, yükselticidir.

﴿إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا﴾

Yer sarsıldıkça,

﴿وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا﴾

Dağlar paramparça olduğu,

﴿فَكَانَتْ هَبَاءً مُنْبَثًّا﴾

Derken toz toprak halinde dağılıp savrulduğu zaman,

﴿وَكُنْتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً﴾

Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman,

﴿فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ﴾

Sağdakiler, nedir o sağdakiler?

﴿وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ﴾

Soldakiler, nedir o soldakiler?

﴿وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ﴾

(Hayırda) önde olanlar, (derece olarak da) öndedirler.

﴿أُولَٰئِكَ الْمُقَرَّبُونَ﴾

İşte onlar, yakınlaştırılmış olanlardır.

﴿فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ﴾

Nimet Cennetlerindedir onlar.

﴿ثُلَّةٌ مِنَ الْأَوَّلِينَ﴾

Bir çoğu öncekilerden,

﴿وَقَلِيلٌ مِنَ الْآخِرِينَ﴾

Birazı da sonrakilerden,

﴿عَلَىٰ سُرُرٍ مَوْضُونَةٍ﴾

Süslenmiş tahtlar üzerinde,

﴿مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ﴾

Karşı karşıya oturup, arkalarına yaslanmışlardır.

﴿يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ﴾

Onların etrafında ölümsüz genç hizmetçiler dolaşır.

﴿بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ﴾

Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler.

﴿لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَ﴾

Bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de akılları giderilir.

﴿وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَ﴾

Beğendiklerinden meyveler,

﴿وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ﴾

Canlarının çektiği kuş etleri,

﴿وَحُورٌ عِينٌ﴾

Ve iri gözlü huriler,

﴿كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ﴾

Sanki sedef içindeki inciler,

﴿جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ﴾

yaptıkları amellere karşılık (verilir).

﴿لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا﴾

Orada boş ve günaha sokacak bir söz işitmezler.

﴿إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا﴾

Söylenen, yalnızca "Selâm, selâm"dır.

﴿وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ﴾

Sağdakiler, nedir o sağdakiler?

﴿فِي سِدْرٍ مَخْضُودٍ﴾

Dikensiz çehri ağaçlarında,

﴿وَطَلْحٍ مَنْضُودٍ﴾

Salkım salkım muz ağaçlarında,

﴿وَظِلٍّ مَمْدُودٍ﴾

Yayılmış gölgede,

﴿وَمَاءٍ مَسْكُوبٍ﴾

Çağlayan sularda,

﴿وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ﴾

Meyveler içinde,

﴿لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ﴾

Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan

﴿وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍ﴾

Ve yüksek döşekler içindedirler.

﴿إِنَّا أَنْشَأْنَاهُنَّ إِنْشَاءً﴾

Biz, o kadınları yeni bir yaratılışla yeniden yarattık.

﴿فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا﴾

Onları bakireler şeklinde yarattık.

﴿عُرُبًا أَتْرَابًا﴾

Eşlerine düşkün ve yaşıt.

﴿لِأَصْحَابِ الْيَمِينِ﴾

Sağ taraftakiler için,

﴿ثُلَّةٌ مِنَ الْأَوَّلِينَ﴾

Bir çoğu öncekilerden,

﴿وَثُلَّةٌ مِنَ الْآخِرِينَ﴾

Çoğu da sonrakilerden…

﴿وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ﴾

Soldakiler, nedir o soldakiler!

﴿فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ﴾

İçlerine işleyen ateşin rüzgarı ve kaynar su içindedirler.

﴿وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍ﴾

Simsiyah bir duman gölgesi içinde,

﴿لَا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ﴾

Serinlik yok, kerem yok.

﴿إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ﴾

Çünkü onlar, bundan önce (haramlar içinde) şımarmış kimselerdi.

﴿وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظِيمِ﴾

Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı

﴿وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ﴾

Biz ölüp, toprak ve kemik olduktan sonra tekrar mı dirileceğiz? diyorlardı

﴿أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ﴾

Daha önceki atalarımızda mı?

﴿قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ﴾

De ki: Öncekiler de sonrakiler de…

﴿لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ﴾

Belli bir günün, belli bir vaktinde bir araya getirileceksiniz.

﴿ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ﴾

Sonra siz ey sapıklar, yalanlayanlar!

﴿لَآكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍ﴾

Elbette yiyeceksiniz zakkum ağacından!

﴿فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ﴾

Karınlarınızı dolduracaksınız hep ondan!

﴿فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ﴾

Üstüne içeceksiniz kaynar sudan!

﴿فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ﴾

Susamış develerin içişi gibi içeceksiniz!

﴿هَٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ﴾

Hesap günü onların ziyafeti budur

﴿نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ﴾

Sizi biz yarattık! Gerekmez mi (tekrardan yaratılışı) tasdik etmeniz?

﴿أَفَرَأَيْتُمْ مَا تُمْنُونَ﴾

Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir?

﴿أَأَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ﴾

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

﴿نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ﴾

Aranızda ölümü takdir eden biziz! Bizler aciz de değiliz.

﴿عَلَىٰ أَنْ نُبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ﴾

Sizi benzerlerinizle değiştirmek ve sizi bilmediğiniz bir şekilde yeniden yaratmak hususunda…

﴿وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ﴾

İlk yaratılışınızı biliyorsunuz, düşünmeniz gerekmez mi?

﴿أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَ﴾

Ektiğiniz şeyleri gördünüz mü?

﴿أَأَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ﴾

Onları bitiren siz misiniz yoksa biz mi bitiriyoruz?

﴿لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ﴾

Dilersek, onu çör çöp yaparız da şaşırıp kalırsınız.

﴿إِنَّا لَمُغْرَمُونَ﴾

Muhakkak biz çok ziyandayız!

﴿بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ﴾

Doğrusu biz mahrum bırakıldık, dersiniz.

﴿أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاءَ الَّذِي تَشْرَبُونَ﴾

İçtiğiniz suyu gördünüz mü?

﴿أَأَنْتُمْ أَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ﴾

Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa indiren biz miyiz?

﴿لَوْ نَشَاءُ جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ﴾

İsteseydik onu tuzlu bir su yapardık; şükretmeniz gerekmez mi?

﴿أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ﴾

Tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü?

﴿أَأَنْتُمْ أَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنْشِئُونَ﴾

Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz?

﴿نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِلْمُقْوِينَ﴾

Biz onu bir ibret ve gelip geçen yolcuların istifadesi için yarattık.

﴿فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ﴾

O halde yüce Rabbinin adını tesbih et!

﴿۞ فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ﴾

Yıldızların yerlerine yemin ederim ki!

﴿وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ﴾

Şüphesiz bu, büyük bir yemindir, eğer bilirseniz.

﴿إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ﴾

Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır.

﴿فِي كِتَابٍ مَكْنُونٍ﴾

Gizli/korunmuş bir kitaptadır.

﴿لَا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ﴾

Ona ancak temizlenenler dokunabilir.

﴿تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ﴾

Alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

﴿أَفَبِهَٰذَا الْحَدِيثِ أَنْتُمْ مُدْهِنُونَ﴾

Siz bu sözü mü hor görüyorsunuz?

﴿وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ﴾

Onu yalanlayarak mı size verilen nimete şükür ediyorsunuz?

﴿فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ﴾

Hele bir (ruh) boğaza gelmiş olmasın.

﴿وَأَنْتُمْ حِينَئِذٍ تَنْظُرُونَ﴾

Siz, o zaman bakıp kalırsınız

﴿وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلَٰكِنْ لَا تُبْصِرُونَ﴾

Biz, ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

﴿فَلَوْلَا إِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ﴾

Madem ki (tekrardan dirilip) ceza görmeyecekmişsiniz.

﴿تَرْجِعُونَهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴾

Onu (ruhu) geri çeviriniz. Doğru söyleyenlerden iseniz…

﴿فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ﴾

Eğer o (ölen kişi), yakın kılınanlardan ise.

﴿فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ﴾

Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim Cenneti vardır.

﴿وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ﴾

Eğer o, sağdakilerden ise.

﴿فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ﴾

Ey sağdaki! Sana selam olsun!

﴿وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ﴾

Eğer o, yalanlayanlardan ve sapıklardan ise.

﴿فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ﴾

Kaynar suda bir ziyafet!

﴿وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ﴾

Ve cehenneme atılış.

﴿إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ﴾

Bu, kesin olan hakkın ta kendisidir.

﴿فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ﴾

Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et!

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: