النبأ

تفسير سورة النبأ

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

Türkçe

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام www.islamhouse.com.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ﴾

Birbirlerine neyi soruyorlar?

﴿عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ﴾

O büyük haberi mi?

﴿الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ﴾

Ki onlar, onda ihtilafa düşmüşlerdir.

﴿كَلَّا سَيَعْلَمُونَ﴾

Hayır! Onlar yakında öğrenecekler.

﴿ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ﴾

Sonra tekrar hayır! Yakında öğrenecekler.

﴿أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا﴾

Yeri bir döşek kılmadık mı?

﴿وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا﴾

Dağları da birer kazık kılmadık mı?

﴿وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا﴾

Sizleri (erkekli dişili) eşler halinde yarattık.

﴿وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا﴾

Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık.

﴿وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا﴾

Geceyi örtü bir kıldık.

﴿وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا﴾

Gündüzü de geçim zamanı kıldık.

﴿وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا﴾

Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik.

﴿وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا﴾

Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık.

﴿وَأَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاءً ثَجَّاجًا﴾

Ve yağmur yüklü bulutlardan şarıl şarıl akan bir su indirdik.

﴿لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا﴾

Onunla taneler ve bitkiler çıkaralım diye.

﴿وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا﴾

Ve birbirine girmiş sarmaş dolaş bahçeler yetiştirelim diye.

﴿إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا﴾

Şüphe yok ki hüküm verip, ayırt etme günü belirlenmiş bir vakittir.

﴿يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا﴾

Sur’a üflendiği gün bölük bölük geleceksiniz.

﴿وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا﴾

Ve gökyüzü açılarak orada pek çok kapılar oluşur.

﴿وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا﴾

Dağlar yürütülüp bir seraba dönüşür.

﴿إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا﴾

Şüphesiz Cehennem de bir gözetleme yeridir.

﴿لِلطَّاغِينَ مَآبًا﴾

Azgınların varacağı sığınaktır.

﴿لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا﴾

Orada çağlar boyu kalacaklardır.

﴿لَا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا﴾

Orada ne bir serinlik, ne de bir içecek tadacaklar.

﴿إِلَّا حَمِيمًا وَغَسَّاقًا﴾

Yalnızca kaynar su ve irinden içecekler.

﴿جَزَاءً وِفَاقًا﴾

(Dünyada yaptıklarına karşılık) Uygun bir ceza olarak.

﴿إِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًا﴾

Çünkü onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı.

﴿وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كِذَّابًا﴾

Ayetlerimizi de alabildiğine yalanlamışlardı.

﴿وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا﴾

Biz ise, her şeyi bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) tamamiyle sayıp tespit ettik.

﴿فَذُوقُوا فَلَنْ نَزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا﴾

Kâfirlere şöyle denilir: “Şimdi tadın. Artık bundan sonra yalnızca azabınızı artıracağız.”

﴿إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا﴾

Şüphesiz takva sahipleri için bir kurtuluş vardır.

﴿حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا﴾

Bahçeler ve üzümler vardır.

﴿وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا﴾

Göğüsleri olgun yaşıt kızlar vardır.

﴿وَكَأْسًا دِهَاقًا﴾

Dolu dolu kadehler vardır.

﴿لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا﴾

Orada ne bir boş söz işitirler, ne de bir yalan.

﴿جَزَاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَاءً حِسَابًا﴾

Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağıştır bu.

﴿رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَٰنِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا﴾

Bunlar; göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rahman olan Rabbindendir. Ona hitap etmeye güç yetiremezler.

﴿يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا ۖ لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَقَالَ صَوَابًا﴾

Ruh'un ve meleklerin sıra sıra duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışındakiler konuşamazlar. Onlar da doğruyu söylerler.

﴿ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ ۖ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِ مَآبًا﴾

İşte bu o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.

﴿إِنَّا أَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا﴾

Biz, sizi çok yakın bir azapla uyardık. Herkes o gün, kendi elleriyle ne yaptığına bir bakar ve kâfir olanlar da: "Keşke toprak olsaydım!" der.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: