المدّثر

تفسير سورة المدّثر

الترجمة التركية - شعبان بريتش

Türkçe

الترجمة التركية - شعبان بريتش

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية ترجمها شعبان بريتش. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأصلية لغرض إبداء الرأي والتقييم والتطوير المستمر.

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ﴾

Ey (elbisesine) bürünen!

﴿قُمْ فَأَنْذِرْ﴾

Kalk ve uyar!

﴿وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ﴾

Ve Rabbinin tekbir et!

﴿وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ﴾

Elbiseni temizle.

﴿وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ﴾

Pislikten uzak dur!

﴿وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ﴾

Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

﴿وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ﴾

Rabbin için sabret.

﴿فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ﴾

Sûr’a üflendiği zaman;

﴿فَذَٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ﴾

İşte o gün zor bir gündür.

﴿عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ﴾

Kâfirler için hiç kolay değildir.

﴿ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا﴾

Beni, yarattığım kimse ile yalnız bırak.

﴿وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًا﴾

Ona pek çok mal verdim.

﴿وَبَنِينَ شُهُودًا﴾

Göz önünde hazır oğullar verdim.

﴿وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْهِيدًا﴾

Ona döşeyip, verdikçe verdim.

﴿ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ﴾

Daha da artırmamı umuyor.

﴿كَلَّا ۖ إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيدًا﴾

Asla! Çünkü o, ayetlerimize karşı inatçı oldu.

﴿سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا﴾

Onu sarp bir yokuşa zorlayıp, süreceğim.

﴿إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ﴾

Çünkü o düşündü, ölçtü ve biçti.

﴿فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ﴾

Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!

﴿ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ﴾

Sonra (yine o) kahrolası, nasıl (da) ölçtü biçti!

﴿ثُمَّ نَظَرَ﴾

Sonra baktı.

﴿ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ﴾

Sonra kaşlarını çatıp, surat astı.

﴿ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ﴾

Sonra da arkasını dönüp büyüklendi.

﴿فَقَالَ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ﴾

Ve şöyle dedi: Bu sadece öğretile gelen bir sihirdir.

﴿إِنْ هَٰذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ﴾

Bu insan sözünden başka bir şey değil.

﴿سَأُصْلِيهِ سَقَرَ﴾

Onu Sekar’a sokacağım.

﴿وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ﴾

Sekar’ın ne olduğunu bilir misin sen?

﴿لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ﴾

Geride bir şey koymaz, bırakmaz.

﴿لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِ﴾

Derileri yakıp kavurur.

﴿عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ﴾

Üzerinde on dokuz (melek) vardır.

﴿وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا ۙ وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ﴾

Biz kendilerine kitap verilenler kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin imanları artsın, kendilerine kitap verilenler ile iman edenler şüpheye kapılmasın, kalplerinde bir hastalık olanlar ile küfre sapanlar da, “Allah, bu örnekle (on dokuz sayısı ile) neyi anlatmak istedi?” desin diye o ateşin koruyucularını, meleklerden başkasını kılmadık ve onların sayısını da kâfirler için yalnızca bir fitne/imtihan yaptık. Allah, dilediğini işte böyle saptırır, dilediğine de hidayet eder. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu, insanlar için bir öğütten başka bir şey değildir.

﴿كَلَّا وَالْقَمَرِ﴾

Ay’a yemin olsun ki;

﴿وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ﴾

Dönüp gelen geceye;

﴿وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ﴾

Aydınlanan sabaha;

﴿إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ﴾

Ki o, büyük bir şeydir.

﴿نَذِيرًا لِلْبَشَرِ﴾

İnsanlar için bir uyarıcıdır

﴿لِمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ أَنْ يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ﴾

Sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için (uyarıcıdır).

﴿كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ﴾

Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.

﴿إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ﴾

Ancak sağdakiler başka.

﴿فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ﴾

Cennet içinde soruştururlar.

﴿عَنِ الْمُجْرِمِينَ﴾

Suçlulara:

﴿مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ﴾

Sizi Cehennem'e sevkeden nedir?

﴿قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ﴾

"Namaz kılanlardan değildik" dediler.

﴿وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ﴾

Miskinleri/fakirleri doyurmuyorduk.

﴿وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ﴾

Batıla dalanlarla biz de dalıyorduk.

﴿وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ﴾

Hesap gününü yalanlıyorduk.

﴿حَتَّىٰ أَتَانَا الْيَقِينُ﴾

Ölüm bize gelene dek.

﴿فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ﴾

Artık şefaatçilerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

﴿فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ﴾

Öyleyse, onlara ne oluyor da uyarıdan yüz çeviriyorlar?

﴿كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌ﴾

Sanki onlar, yaban eşekleri gibidir.

﴿فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍ﴾

Aslandan kaçan…

﴿بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ أَنْ يُؤْتَىٰ صُحُفًا مُنَشَّرَةً﴾

Belki de onların her biri (gökten inip) önlerine açılmış bir sahife verilmesini istiyorlar.

﴿كَلَّا ۖ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ﴾

Hayır! Aksine onlar ahiretten korkmuyorlar.

﴿كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ﴾

Gerçek şu ki bu bir öğüttür.

﴿فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ﴾

Öğüt almak isteyen kimseye…

﴿وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ ۚ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَىٰ وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ﴾

Allah dilemedikçe öğüt almazlar. Kendisinden korkulmaya layık olan O’dur, bağış sahibi O’dur

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: