المعارج

تفسير سورة المعارج

الترجمة التركية - مجمع الملك فهد

Türkçe

الترجمة التركية - مجمع الملك فهد

ترجمة معاني القرآن الكريم للغة التركية، ترجمها ممجموعة من العلماء، نشرها مجمع الملك فهد لطباعة المصحف الشريف بالمدينة المنورة، عام الطبعة 1422هـ. ملاحظة: ترجمات بعض الآيات (مشار إليها) تم تصويبها بمعرفة مركز رواد الترجمة، مع إتاحة الاطلاع على الترجمة الأص

﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ﴾

Birisi, gelecek azabı istedi!

﴿لِلْكَافِرِينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ﴾

İnkârcılara olan ve hiç kimsenin savamayacağı,

﴿مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ﴾

yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından

﴿تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ﴾

Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.

﴿فَاصْبِرْ صَبْرًا جَمِيلًا﴾

(Rasûlüm!) Şimdi sen güzelce sabret.

﴿إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيدًا﴾

Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar.

﴿وَنَرَاهُ قَرِيبًا﴾

Biz ise onu yakın görmekteyiz.

﴿يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاءُ كَالْمُهْلِ﴾

O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.

﴿وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ﴾

Dağlar da atılmış yüne döner.

﴿وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا﴾

Dost, dostu sormaz. 

﴿يُبَصَّرُونَهُمْ ۚ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ﴾

Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, hepsini fidye olarak versin de

﴿وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ﴾

karısını, kardeşini,

﴿وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْوِيهِ﴾

kendisini koruyup barındıran

﴿وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنْجِيهِ﴾

tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa, tek kendini kurtarsın.

﴿كَلَّا ۖ إِنَّهَا لَظَىٰ﴾

Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir.

﴿نَزَّاعَةً لِلشَّوَىٰ﴾

Derileri kavurup soyar.

﴿تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ﴾

Yüz çevirip geri dönen, kimseyi (kendine) çağırır!

﴿وَجَمَعَ فَأَوْعَىٰ﴾

(servet) toplayıp yığan.

﴿۞ إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا﴾

Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.

﴿إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا﴾

Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.

﴿وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا﴾

Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir.

﴿إِلَّا الْمُصَلِّينَ﴾

Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar,

﴿الَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ﴾

ki onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler);

﴿وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌ﴾

mallarında, kalmışa belli bir hak tanıyanlar;

﴿لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ﴾

isteyene ve (isteyemediği için) mahrum,

﴿وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ﴾

ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar;

﴿وَالَّذِينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ﴾

Rablerinin azabından korkanlar,

﴿إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ﴾

ki Rablerinin azabı(na karşı) emin olunamaz;

﴿وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ﴾

ırzlarını koruyanlar,

﴿إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ﴾

ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz.

﴿فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ﴾

Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir.

﴿وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ﴾

Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler;

﴿وَالَّذِينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَائِمُونَ﴾

Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar;

﴿وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ﴾

Namazlarını koruyanlar;

﴿أُولَٰئِكَ فِي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَ﴾

işte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.

﴿فَمَالِ الَّذِينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ﴾

(Rasûlüm!) O kâfirlere ne oluyor ki, sana doğru koşuyorlar.

﴿عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ عِزِينَ﴾

Bölük bölük sağından ve solundan.

﴿أَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ أَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍ﴾

Onlardan her biri nimet cennetine sokulacağını mı umuyor?

﴿كَلَّا ۖ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ﴾

Hayır (hiç ummasınlar!) Şüphesiz biz onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık (fakat ibret almadılar, imana gelmediler). 

﴿فَلَا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ إِنَّا لَقَادِرُونَ﴾

Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, bizim gücümüz yeter.

﴿عَلَىٰ أَنْ نُبَدِّلَ خَيْرًا مِنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ﴾

Şüphesiz onların yerine daha hayırlılarını getirmeye elbette kadiriz ve kimse bizim önümüze geçemez.

﴿فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ﴾

Ama sen onları (şimdilik) bırak da, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya dek dalsınlar, oynayadursunlar.

﴿يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَىٰ نُصُبٍ يُوفِضُونَ﴾

O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar.

﴿خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ﴾

Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: