البحث

عبارات مقترحة:

الأول

(الأوَّل) كلمةٌ تدل على الترتيب، وهو اسمٌ من أسماء الله الحسنى،...

الخبير

كلمةُ (الخبير) في اللغةِ صفة مشبَّهة، مشتقة من الفعل (خبَرَ)،...

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

1- ﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ﴾


Müşriklerden dua eden bir davetçi, eğer bir azap gerçekleşecekse bu azabın kendine ve kavmine olması için dua etti. Bunu yaparak dalga geçiyordu. Oysa bu kıyamet günü gerçekleşecektir.

2- ﴿لِلْكَافِرِينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ﴾


Allah'ın kâfir olanların üzerine göndereceği bu azabı hiç kimse engelleyemez.

3- ﴿مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ﴾


Bu, yücelik, yükseklik mertebe, erdem ve nimetlerin sahibi Allah tarafındandır.

4- ﴿تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ﴾


Melekler ve Cebrail, kıyamet günü bu derecelerde O'na yükselir ve o gün, elli bin sene kadar uzun bir gündür.

5- ﴿فَاصْبِرْ صَبْرًا جَمِيلًا﴾


-Ey Peygamber!- O halde hüzne düşmeden ve şikâyet etmeden sabret!

6- ﴿إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيدًا﴾


Şüphesiz onlar; bu azabın gerçekleşmesini imkânsız, çok uzak bir ihtimal olarak görüyorlar.

7- ﴿وَنَرَاهُ قَرِيبًا﴾


Oysa biz onun kaçınılmaz olarak çok yakında gerçekleşeceğini görüyoruz.

8- ﴿يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاءُ كَالْمُهْلِ﴾


O gün; gökyüzü erimiş bakır, altın ve diğer madenler gibi olur.

9- ﴿وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ﴾


Dağlar ise atılmış (uçuşan, hafif) yün gibi olur.

10- ﴿وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا﴾


Hiçbir yakın dost hiçbir yakınının halini sormaz bile. Çünkü herkes kendisiyle meşguldür.

11- ﴿يُبَصَّرُونَهُمْ ۚ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ﴾


Her insan yakınlarını görür, ona gizli kalmazlar. Bununla beraber hiç kimse o durumun dehşeti sebebiyle kimseyi soruşturmaz. Cehennem'i hak eden kimseler ise, kendileri yerine azap görmeleri için çocuklarını sunmayı arzular.

12- ﴿وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ﴾


Karısını ve kardeşini feda eder.

13- ﴿وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْوِيهِ﴾


Ve sıkıntılar karşısında onun yanında duran akrabalarını sülalesini feda eder.

14- ﴿وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنْجِيهِ﴾


Ve yeryüzünde bulunan insan, cin ve diğer herkesi feda etmek ister ki; bu fedakârlık onu Cehennem azabından esenlikte kılıp, kurtarsın.

15- ﴿كَلَّا ۖ إِنَّهَا لَظَىٰ﴾


Durum bu günahkârın temenni ettiği gibi değildir. Şüphesiz ahiret yurdunun ateşi yanmış ve alevlenmiştir.

16- ﴿نَزَّاعَةً لِلشَّوَىٰ﴾


Sıcaklığının ve alevlerinin şiddetinden kafanın derisi hızlıca soyulup ayrılır.

17- ﴿تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ﴾


Haktan yüz çeviren, ondan uzaklaşarak ona iman etmeyen ve amel işlemeyen kimseyi çağırır.

18- ﴿وَجَمَعَ فَأَوْعَىٰ﴾


Mal toplayanı ve Allah yolunda harcamakta cimrilik yapanı çağırır.

19- ﴿۞ إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا﴾


Şüphesiz insan, aşırı hırslı yaratılmıştır.

20- ﴿إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا﴾


Kendisine hastalık veya fakirlik sıkıntısı isabet etse çok az sabreder.

21- ﴿وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا﴾


Eğer ona insanı mutlu eden bir bolluk veya zenginlik isabet ederse de onu Allah yolunda harcamaz, çok cimrilik eder.

22- ﴿إِلَّا الْمُصَلِّينَ﴾


Ama namaz kılanlar böyle müstesna. Onlar bu kötü sıfatlardan esenliktedirler.

23- ﴿الَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ﴾


Onlar, düzenli olarak namazlarına devam ederler. Ondan başka şeylerle meşgul olmaz ve namazlarını onun için belirlenmiş vaktinde eda ederler.

24- ﴿وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌ﴾


Onların mallarında farz kılınmış belirli bir pay vardır.

25- ﴿لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ﴾


Onlar, mallarını kendilerine gelip isteyenlere ve herhangi bir sebepten ötürü rızıktan mahrum kalıp, istemeyenlere verirler.

26- ﴿وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ﴾


Onlar ki; Allah’ın herkese hak ettiği karşılığı vereceği o günü kıyamet gününü tasdik ederler.

27- ﴿وَالَّذِينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ﴾


Onlar ki, işlemiş oldukları salih amellere rağmen Rablerinin azabından korkarlar.

28- ﴿إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ﴾


Şüphesiz Rablerinin azabı korkutucudur. Akıllı kimse kendini güvende hissetmez.

29- ﴿وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ﴾


Onlar, iffetlerini (haram işlemekten) koruyup, fuhuştan uzak tutarak muhafaza ederler.

30- ﴿إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ﴾


Ancak eşleri veya sahip oldukları cariyeleri bunun dışındadır. Şüphesiz ki onlar; bu cariyeler ile cinsel ilişkiye girmeleri ve bunun dışında onlardan istifade etmelerinden dolayı kınanmazlar.

31- ﴿فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ﴾


Her kim de zikri geçen eşler ve cariyeler dışındakilerden faydalanmak isterse, şüphesiz onlar Allah’ın sınırlarını aşan kimseler olurlar.

32- ﴿وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ﴾


Onlar kendilerine emanet edilen malları, sırları ve diğer şeyleri koruyup, muhafaza ederler. İnsanlara verdikleri sözleri tutarlar. Emanetlerine ihanet etmez, verdikleri sözleri bozmazlar.

33- ﴿وَالَّذِينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَائِمُونَ﴾


Onlar şahitliklerini, yakınlık veya düşmanlığın etkisi altında kalmadan olması gerektiği gibi yerine getirirler.

34- ﴿وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ﴾


Onlar; namazlarını zamanında, güzel abdest alarak ve tadil-i erkana riayet ederek sürekli kılarlar. Hiçbir şey onları namazlarından alıkoymaz.

35- ﴿أُولَٰئِكَ فِي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَ﴾


İşte bu sıfatlarla nitelenen o kimseler, karşılaşacakları kalıcı nimetlerle ve Allah’ın kerim yüzüne bakarak, Cennetler'de ağırlanacaklardır.

36- ﴿فَمَالِ الَّذِينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ﴾


-Ey Peygamber!- Halkından olan bu müşrikleri, senin etrafına sürükleyerek seni yalanlamak için acele ettiren şey nedir?

37- ﴿عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ عِزِينَ﴾


Sağından ve solundan, çepeçevre, bölük bölük seni kuşatmışlar.

38- ﴿أَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ أَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍ﴾


Yoksa onlardan her biri kâfir olarak kaldığı halde Allah’ın onları, içinde bulunan kalıcı nimetlerden faydalanacağı, nimetlerle dolu Cennet'ine yerleştireceğini mi ümit ediyor?

39- ﴿كَلَّا ۖ إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ﴾


Durum hiç de onların tasavvur ettiği gibi değildir. Biz onları bildikleri o şeyden yarattık. Doğrusu biz onları değersiz bir sudan yarattık. Onlar, kendilerine ne bir fayda sağlayabilecek, ne de bir zarar verebilecek kadar çok zayıftırlar. Öyleyse nasıl oluyor da kibirleniyorlar?

40- ﴿فَلَا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ إِنَّا لَقَادِرُونَ﴾


Yüce Allah, Güneş'in ve Ay'ın doğduğu yerlerinin Rabbi olan kendisi adına yemin ederek demiştir ki; “Şüphesiz bizim gücümüz yeter.''

41- ﴿عَلَىٰ أَنْ نُبَدِّلَ خَيْرًا مِنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ﴾


Onları, Allah Teâlâ'ya itaat eden başka kimselerle değiştirmeye ve helâk etmeye gücümüz yeter. Bunu yapmaktan aciz de değiliz. İstediğimiz zaman onları yok ederek başkalarıyla değiştirmekten yenik düşmüş de değiliz.

42- ﴿فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ﴾


-Ey Peygamber!- Kur’an’da onlara vadedilen kıyamet günüyle karşılaşıncaya kadar onları içinde bulundukları batıl ve dalalette bırak, oyalansınlar ve dünya hayatında oynayıp dursunlar.

43- ﴿يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَىٰ نُصُبٍ يُوفِضُونَ﴾


O gün onlar, sanki bir sancağa doğru yarışıyorlarmış gibi, kabirlerinden aceleyle koşarak çıkarlar.

44- ﴿خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ﴾


Bakışları utanç içinde, onları zillet kaplamış bir haldedirler. İşte, dünyada kendilerine vadedilen ve umursamadıkları gün, bu gündür.

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: