البحث

عبارات مقترحة:

الرءوف

كلمةُ (الرَّؤُوف) في اللغة صيغةُ مبالغة من (الرأفةِ)، وهي أرَقُّ...

البصير

(البصير): اسمٌ من أسماء الله الحسنى، يدل على إثباتِ صفة...

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

1- ﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا﴾


Yüce Allah, at yelesi gibi ardı ardına gelen rüzgârlara yemin etmiştir.

2- ﴿فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا﴾


Şiddetle esip savuran rüzgârlara yemin etmiştir.

3- ﴿وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا﴾


Yağmurları yayan rüzgârlara yemin etmiştir.

4- ﴿فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا﴾


Hak ve batılı birbirinden ayıranı indiren meleklere yemin etmiştir.

5- ﴿فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا﴾


Vahyi getiren meleklere yemin etmiştir.

6- ﴿عُذْرًا أَوْ نُذْرًا﴾


Allah’tan insanlara bir ikaz olarak veya Allah’ın azabına karşı insanları korkutmak için vahiyle inerler.

7- ﴿إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ﴾


Şüphesiz size vadedilen yeniden diriliş, hesap ve karşılıkların verilmesi kaçınılmaz olarak muhakkak gerçekleşecektir.

8- ﴿فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ﴾


Yıldızların parıltısı silinip ışığı kaybolduğu zaman.

9- ﴿وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ﴾


Gökyüzü, meleklerin inişi sebebiyle parçalandığı zaman.

10- ﴿وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ﴾


Dağlar yerlerinden sökülüp toz tanelerine dönüşünceye kadar paramparça edildiği zaman.

11- ﴿وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ﴾


Peygamberler belli bir vakit için toplandığı zaman.

12- ﴿لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ﴾


Çok büyük bir gün için, ümmetlerine karşı şahitlikleri ertelenmiştir.

13- ﴿لِيَوْمِ الْفَصْلِ﴾


Kulların arasında ayrımın (hükmün) olacağı gün için (ertelenmiştir). Böylece haklı olan haksız olandan ve mutlu olan bedbaht olandan ayrılarak ortaya çıkacaktır.

14- ﴿وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ﴾


-Ey Peygamber!- Hüküm gününün ne olduğunu sana ne öğretti?

15- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran peygamberlerinin Allah’ın katından getirdiklerini yalanlayan o inkârcıların üzerine olsun!

16- ﴿أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ﴾


Biz, Allah'a karşı inkârcı oldukları ve Rasûlleri yalanladıkları zaman geçmiş ümmetleri helak etmedik mi?

17- ﴿ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ﴾


Ardından, sonradan gelenleri de o inkârcılara katacağız ve onları helâk ettiğimiz gibi onları da helak edeceğiz.

18- ﴿كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ﴾


Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in getirdiklerini yalanlayan mücrim kimseleri, o ümmetlerin helâk edildiği gibi helâk edeceğiz.

19- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran Yüce Allah’ın günahkârları cezalandırma vaadini yalanlayanların üzerine olsun!

20- ﴿أَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ﴾


Ey insanlar! Sizleri meni damlası olan değersiz azıcık bir sudan yaratmadık mı?

21- ﴿فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَكِينٍ﴾


Bu değersiz suyu korunaklı bir yer olan kadının rahmine yerleştirmedik mi?

22- ﴿إِلَىٰ قَدَرٍ مَعْلُومٍ﴾


Bilinen bir süre olan hamilelik dönemine kadar.

23- ﴿فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ﴾


Biz; doğan çocuğun vasıflarını, boyunu, rengini ve bunlar dışındaki her şeyi takdir ettik. Biz bütün bunları ne güzel takdir ederiz.

24- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran Allah’ın kudretini yalanlayanların üzerine olsun!

25- ﴿أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا﴾


Biz, yeryüzünü tüm insanları içine alacak bir şekilde yaratmadık mı?

26- ﴿أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا﴾


Yeryüzü, üzerinde hayat süren insanları ve toprağa gömülen ölüleri kapsamaktadır.

27- ﴿وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا﴾


-Ey insanlar!- Yeryüzünün sarsılmasını önleyen yüksek sabit dağlar yarattık ve sizlere tatlı su verdik. Bunları yaratan sizleri tekrar diriltmekten aciz değildir.

28- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran Allah’ın onlara verdiği nimetleri yalanlayanların üzerine olsun!

29- ﴿انْطَلِقُوا إِلَىٰ مَا كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ﴾


Peygamberlerinin getirmiş olduklarını yalanlayanlara şöyle denir: "-Ey yalanlayanlar!- Yalanlayıp durduğunuz azaba girin bakalım!''

30- ﴿انْطَلِقُوا إِلَىٰ ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ﴾


Üç kola ayrılmış ateşin dumanının gölgesine doğru yürüyün bakalım!

31- ﴿لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ﴾


Orada gölge soğuk değildir. O gölge, ateşin alevinin ve sıcaklığının size ulaşmasını engellemez.

32- ﴿إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ﴾


Ateş, kıvılcımlar savurur ve onun her bir kıvılcımının büyüklüğü sanki bir saray kadardır.

33- ﴿كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ﴾


Savurduğu kıvılcımlar karanlık ve büyüklük olarak sanki kara develer gibidir.

34- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün helâk, azap ve hüsran Allah’ın azabını yalanlayanların üzerine olsun!

35- ﴿هَٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَ﴾


Kendilerine izin de verilmez ki özür bildirsinler.

36- ﴿وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ﴾


Onların küfürleri ve kötülüklerinden ötürü Rablerinden özür dilemelerine dahi izin verilmez ki, O'ndan özür dileyebilsinler.

37- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran o gün hakkındaki haberleri yalanlayanların üzerine olsun!

38- ﴿هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ ۖ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ﴾


İşte bu, kulların arasının birbirinden ayrılacağı gündür. Sizleri ve geçmiş ümmetleri bir alanda toplarız.

39- ﴿فَإِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ﴾


Eğer Allah’ın azabından kurtulmak için kurnazca başvuracağınız bir hileniz varsa, durmayın hile yapın!

40- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün; helâk, azap ve hüsran ayrım/hüküm gününü yalanlayanların üzerine olsun!

41- ﴿إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ﴾


Şüphesiz emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmak suretiyle Rablerinden korkan kimseler Cennet ağaçlarının yapraklarının geniş gölgeliklerinde ve akan tatlı su pınarlarında olacaklardır.

42- ﴿وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ﴾


Ve de yemeyi arzuladıkları meyvelerin arasındadırlar.

43- ﴿كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ﴾


Onlara şöyle denir: “Dünyada yapmış olduğunuz salih ameller sebebi ile, tertemiz yiyeceklerden yiyin ve içinde rahatsız edici bir şey bulunmayan içeceklerden afiyetle için.''

44- ﴿إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ﴾


Muhakkak biz, sizi ödüllendirdiğimiz bu mükâfatın aynısıyla, amellerinde ihsan sahibi olan kimseleri de ödüllendireceğiz.

45- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün helâk, azap ve hüsran; Allah’ın takva sahipleri için hazırladıklarını yalanlayanların üzerine olsun!

46- ﴿كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ﴾


Yalanlayanlara da şöyle denir: “Sizler de yiyin ve az bir süre dünya hayatının lezzetlerinden faydalanın bakalım. Kuşkusuz siz, Allaha karşı olan inkârınız ve rasûllerini yalanlamanız sebebiyle günahkâr kimselersiniz.''

47- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün helâk, azap ve hüsran; hesap günü kendilerine verilecek cezaları yalanlayanların üzerine olsun!

48- ﴿وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ﴾


O yalanlayanlara; "Allah için namaz kılınız!” denildiği zaman, O'nun için namaz kılmazlardı.

49- ﴿وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ﴾


O gün helâk, azap ve hüsran; peygamberlerinin Allah’ın katından getirdiklerini yalanlayan o inkârcıların üzerine olsun!

50- ﴿فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ﴾


Onlar, Rablerinden indirilmiş olan bu Kur’an’a iman etmeyeceklerse, ondan başka hangi söze iman edecekler?

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: